Ali OKTAY |
|
Vefatının 10. yıldönümünde Cinuçen Tanrıkorur’u andık |
Geçen haftaki yazımızda merhum Cinuçen Tanrıkorur Hocamızdan bahsetmeye çalışmıştım. Yazımızın yayınlandığı Perşembe akşamı “Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) düzenlediği anma programı için Cağaloğlu’ndaki Timaş Yayınları’nın binasında idik. Üniversiteye hazırlık yıllarında dersaneye giderken edebiyat hocam olan ve aynı zamanda ESKADER üyesi Ali Hakkoymaz Bey’in hatırlatması üzerine haberim olmuştu toplantıdan. Yağmurlu bir ikindi sonrası olmasına rağmen, anma programı için tahsis edilen mütevazi salon dolmuştu. Cinuçen Beyi tanıyan, sohbetinde bulunan arkadaşlarının yanı sıra eşi Barihüda Hanım’ın da katıldığı toplantıda katılımcılar hatıralarını, düşüncelerini paylaştılar. Meselâ müzik araştırmacısı Zeki Yılmaz, “Bazı kişilerin yaşarken kıymetleri bilinmez; bazıları da vardır ki arkalarından övgüler yağdırılır. Müzik camiası Cinuçen Tanrıkorur’un kıymetini daha çok biliyor; sağlığında yeterince anlaşılmamıştı. Büyük müzik adamlarını küçük bir çerçeveye sıkıştıramayız. O, yurt dışından gelen cazip tekliflere vatanına bağlılığından dolayı ‘hayır, ben ülkeme borçluyum o borcumu ödemek için geri dönmek zorundayım’ demişti” şeklinde Cinuçen Bey için kanaatini paylaştı. Müzik san'atçısı Gönül Paçacı Hanım ise: “Râuf Yekta Bey, ‘Mimarlar taşlarla bina yapar, ressamlar renkleri konuşturur; biz mûsikîşinâslar yaptığımız işle havaya düğüm bağlarız’ der. Cinuçen Bey gayreti ve ilhamıyla çok değerli eserler vermişti. Belâgati yüksekti. O birçok dile hâkim gerçek bir entelektüeldi” dedi. Toplantıya katılan Eşi Barihüda Hanım da Cinuçen Bey’i şöyle anlattı: “Bir eser ortaya çıkarmak için uzun araştırmalar yapar, detaylarına kadar inerdi. Çok az uyku uyur, çok çalışırdı. Eser ortaya çıkması için san'atçı ilham bekliyor sanır bazı kişiler; ama Cinuçen Bey hep çalışır; hep oturur, yazardı. Asla ilhamı beklemezdi. Bir mimar gibi planlardı büyük eserlerini. Vefatının onuncu yıl dönümünde ‘Türk Müziğinin El Kitabı’ adlı bir kitap hazırladık, fakat yayınlatamadık. Beş cilt halinde beş yüz beş eser yayına hazırladık, onu da bastıramadık. Mektupları ve mülâkatları yine yayına hazır. Bütün bu eserler himmet sahibi müzikseverleri bekliyor.” Evet, Barihüda Hanımın bahsettiği bu basılmayı bekleyen çalışmanın müzik ve kültür dünyamıza kazandırılması bir borçtur. Hamiyetperver yayınevlerine bu konuda büyük bir iş düşüyor bence. Anma toplantısı Kur’ân-ı Kerim’den okunan aşr-i şerifler ve Topkapı Çinili Camii İmam Hatibi Ahmet Yüter Hoca’nın nefis üslûbuyla yaptığı duayla son buldu. Program sonrası artık herkes ayrılırken Ali Hakkoymaz Bey o gün Cinuçen Bey hakkında Yeni Asya’da çıkan yazımızı Barihüda Hanıma takdim edip, şahsımızdan bahsedince Barihüda Hanım da benimle tanışmak istediğini söylemiş. Derhal yanına gidip, hem hocamıza rahmet niyazında bulunup, hem de ilk defa tanışma imkânı bulduğum Barihüda hanımla iki üç cümle ile de olsa konuştuk. Bu vesileyle bazı dostları da görme imkânı bulduğum, anma toplantısını düzenleyen ESKADER yöneticilerini, değerli katılımcı ve izleyicileri tebrik etmek isterim.
Hacı Arif Bey
1831 yılında İstanbul’da Eyüp Sultan semtinde doğdu. Daha ilkokul çağında iken sesinin güzelliği ile çevresinin dikkatini çekmeye başlamıştır. Sultan Mecid’in teveccühünü kazanıp, Harem-i Humayûn’a müzik öğretmeni olarak tayin edilir. Bu sebeple “irsal-i lihye” eder, yani sakal bırakır. Saray câriyelerinden ve sonra eşi olan Çeşm- i Dilber Hatun’un kendisini ve çocuklarını terk etmesi üzerine, hayatı boyunca üzgün ve kederli yaşamıştır. Sarayda verdiği müzik dersleri ile birlikte adının karıştığı dedikodular dolayısıyla hem sevenleri azalmaya başlamış, hem de saraydan dışlanmıştı. Birkaç sene memurluk yaparak hayatını devam ettirmeye çalışmıştır. Sultan II. Abdülhamid böylesine değerli bir san'atkârın daha fazla zorluk yaşamasını istemediğinden onu tekrar saraya aldırır. Ancak geçen zorlu ve sıkıntılı yıllar Hacı Arif Bey’i biraz asi yapmıştır. II. Abdülhamid’in Türk Müziği ile pek de ilgili olmadığını biliyordu. Bir gün Sultan II. Abdülhamid huzurda kendisinden bir şeyler okumasını istemiş ancak Hacı Arif Bey hastalığını ileri sürerek reddetmişti. İkinci emri getiren mabeyinciye Hacı Arif Bey “San'atta emre tahammül edilemez; kaldı ki ben kendisinin babasına hizmet ettim. Şimdi padişah oldum diye bana şunu çal bunu söyle diyemez” demiştir. Buna iyice kızan Sultan, bestekârı bir odaya 50 gün boyunca hapsettirmiştir. Ölümünden evvel kalp hastalığına yakalanması, hayal kırıklıklarıyla dolu 3 evliliği, yaşadığı maddî ve manevî sıkıntılar Arif Bey’i iyice yıpratmıştır. 28 Haziran 1884 tarihinde meşk odasında fenalaşır. Oğlu Cemil’i çağırtarak yönünü kıbleye çevirmesini ister. Kısa süre sonra da vefat eder. Bestekâr Yahya Efendi Mezarlığına defnedilmiştir. Hacı Arif Bey hayatı boyunca bir musikî aletini çalmayı veya nota okumasını öğrenmedi. Ancak o, müzik tarihimizin önemli bir ses icracısı ve bestekârı oldu. 1000’e yakın bestesi olduğu bilinmekle zamanımıza kadar ancak 336’sı ulaşabilmiştir. Bunlardan 8’i dinî musıkî eseri 326’sı şarkı formundadır. Meselâ bir Hüzzam İlâhisi ile Kerbelâ acısına ortak olmuş ve Kâhyazade Arif Bey‘in “Kurretül aynı Habibi Kibriyasın Ya Huseyn” şiirini bestelemiştir. Son eserinin “Gurub etti güneş dünya karardı” sözleri ile başlayan şarkısı olduğunu söylerler. Yakın arkadaşı Tanburi Ali Efendi’nin bu şarkıyı ağlamadan dinleyemediği anlatılır. Çok fazla olmasa da bestelediği bazı şarkılarının şiirlerini kendisi yazmıştır. Vefat yıl dönümünde Hacı Arif Bey’e Cenâbı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.
Geçmiş zaman olur ki…
HACI Arif Bey, bazı geceler yakın dostu Mehmet Sadi Bey’in Çengelköy’deki evinde kalırdı. Bir gece herkes uykuya çekilmişken uykusu kaçan Arif Bey, ceplerini karıştırırken Sadi Beyin bir şiirini bulur. Hicaz makamından bestelemeye başlar. Ancak şarkı tamamlanmadığı için gecenin geç saatinde Sadi Beyi uyandırır. Arkadaşı şaşırmıştır. Ona durumu anlatır. Şiirini bestelediğini ancak iki mısraya daha ihtiyacı olduğunu söyler. Sadi Bey hemen oracıkta iki mısra yerine bir dörtlük daha yazar ve şarkı o gece saatinde böylesi hoş ve ilginç bir anı ile tamamlanır. 01.07.2010 E-Posta: alioktay@alioktay. net |