Selim GÜNDÜZALP |
|
Hastane kapısı |
Hastanenin iki kapısı var; biri giriş, diğeri ise çıkış. Çıkış kapısı genellikle morga yakın oluyor. Vefat edenlerin cenazesi sahiplerine oradan veriliyor. Bunu hastanenin içinde bulunan herkes gayet iyi biliyor. Dünya da böyle... Yaşayanlar olarak bizler de bir giriş kapısından adımımızı attık. Şimdi yolun neresindeyiz bilmiyoruz, ama çıkış kapısına yaklaştığımız kesin. Yolun yarısı zaten geçmiş. Son düzlüğe giriliyor. Hayatı bir hizmet yarışı olarak görürsek yarışmacıların gerisinde kalmamak için bir adım atmamız gerekiyor. Son iki yüz metrede, belki de son yüz metrede… Fazla vaktimiz kalmadı. Öleceğimizi bile bile, ölümü göre göre yaşıyoruz. Ve yaşarken de ölümü unutuyoruz. Gün boyu acıkan midemizin sesini duyuyoruz, ama acıkan ruhumuzun sesini duysak da, duymazlıktan gelip erteliyoruz. İhtiyacı ve istekleri yerine getirilmeyen mideden hangi sesler yükseldiği malûm. Konuşuyor hiç durmadan. Ve takatsiz kalıyorsunuz. Mutlaka ihtiyacınızı gidermek zorunda hissediyorsunuz kendinizi ve gerekeni yapıyorsunuz sonunda. Ruhun açlığını gideren merkezlere uğrayanlar az. Ruh ise, kendi yalnızlığını yaşamaya devam ediyor sürgündeki bir hayat gibi. Yazık oluyor ruhumuza, yazık oluyor o en güzel yanımıza. İhtiyacını duy ruhunun. Arzusu ne, öğren onun. Hani şu elektrikle çalışan motosikletler var; geldiğinden gittiğinden haberimiz olmuyor, ruh gibi. Her ne kadar ruhun motoru sessiz çalışsa da dışarıya vuran işaretlerden anlaşılıyor, ‘ah’, ‘oh’ seslerinden hissediliyor ki, ruh ebedî bir hayatın, ebedî bir ihtiyacın peşindedir. Günahlar, hatalar, adım adım Allah’tan uzaklaştırıyor ruhu, olması gereken yerden çekip alıyor. Üşüyen vücudumuz için sıcaklık neyse, ruhumuz da kendini kucaklayacak, sarıp sarmalayacak bir şeyler arıyor. Rahman ve Rahim olan Rabbimizin o eşsiz şefkat ve merhametinin kucağında kendini bulmak, kendine dönmek istiyor. Tarihte meşhurdur, on binlerin ric’atı var. Şimdi milyon ruhların ric’atı, dönüşü; milyar ruhların ric’atı söz konusu. Tabiî ayaklarındaki zincirleri çözüp, önlerindeki engelleri aşabilirlerse öz yurduna ulaşacaklar İnşâallah. Zorlu bir sınav bekliyor ruhumuzu. Hayra ve güzele dâvet edenler de az. Günaha çıkan yollar ise çok fazla. Bu yolların sonu, ruhu alev alev yakıyor, yandırıyor. Bir yol var sadece. Tek yol. Rahman’a götüren o yol, ruhun önünde duruyor. O yola giren kurtuluyor. Dileriz yollarda oyalanmadan hedefine varır, Rabbine ulaşır, hakikate yanaşır İnşâallah ruhlarımız. Ruhlarımız ihmal ediliyor.“Yok mu sesimizi duyan? Yok mu bizi bir anlayan?” diyor. Kimi insanlar on tane yabancı dil biliyor ve bununla övünüyor haklı olarak. Ama ne bedenin, ne de ruhun dilini kimse bilmiyor. Garip değil mi? Çalış, çalış ki ruhunun da bir dili var, o dili bilesin, öğrenesin. Ruhun dilini bilenlerden olasın. Ruhun dilini bilenler, onun ne istediğini bilenlerdir. İhtiyacına koşturanlardır. Hani kişiler tanıtılırken bilgi verilir ya, isim, kimlik, doğum, zanaat vs., en sonunda da yabancı dil, hangi dilleri bilir diye yazar ya, bir tanesinin olsun altında ‘ruhunun dilini bilen adam’ diye bir ifade yok. Ruhunun dilini bilen adam, bütün dilleri bilen adamdır oysa. Bin dil bilse de, ihtiyacını dile getiremedikten sonra o dil neye yarar ki? Asıl öğrenilmesi gereken dil, ruhumuzun dilidir. Gittiğiniz yerin dilini bilmeseniz de orada, öyle ya da böyle ihtiyacınız karşılanıyor. Oysa ruhun dilini ve o dilin söylemek istediklerini dile getiremeyenler hem iç, hem de dış dünyalarında sürgündeler. Ruhlar yalnızlaşıyor. Ruhun şifreleri çözülemedikçe hayatın şifreleri de açılamıyor, okunamıyor. Birçok insan bu değerli hazineyi açamadan, anlayamadan göçüp gidiyor dünyadan. Gerçi bedenimiz ölüyor, ama ruhun dili ve derdi bilinmedikçe, bedenimizden önce ruhlarımız ölüyor. Parça parça oluyor, lime lime oluyor. Bölünmeyen ruhumuz bölünüyor, ölmeyen ruhumuz ölüyor. Ölmek dediğimiz, hayattan gitmek demek değil elbette. Hayattan kopmak, hayatı anlayamamak. Hayatı Rahman’ın bir armağanı olarak yaşayamamak. Ruhun ölümü bu değil de nedir? Ruhumuzla konuşalım, dilini öğrenmeye çalışalım. Ruhumuz ihmale gelmiyor. Ruhumuz çığlık çığlığa, duyuyor muyuz? İzninizle gidiyorum. Ruhumla konuşmaya... Bakalım, dilini, derdini anlayabilecek miyim? Ruhuma yabancılaştığımı hissediyorum her gün. Şükür ki, bu soğukluğu giderecek, ruhumun dilini çözecek çareler var elimde. Risâleler, ruhun dilini bilen eserler. Bediüzzaman, ruhumuzu anlayan bir insan, anlamakla kalmayıp bir de anlatan bir insan. Müsaadenizle ruhumla konuşmak ve onunla baş başa kalmak istiyorum. Hep öyle oluyor. Ruhuma yabancılaştığımda, aramızdaki soğukluğu, küskünlüğü kaldırıyor bir risâle. Aynı yalnızlığı, aynı ihtiyacı duyan birilerini bulmak da zor olmuyor. Risâleleri her elime alışımda gurbetten yurda dönen bir insanın hâlini yaşıyor ruhum. Yuvaya dönen bir garibin hâlini. Coşuyor, ağlıyor, seviniyor. Garip haller oluyor. Bırakın sayfalar dolusu ifadeleri, bazen bir cümle bile ruhumu ateşlemeye yetiyor. Merak ediyorsanız ruhumu dün akşam hangi sözlerin doyurduğunu, hemen paylaşayım sizinle. İşte o sözler: “Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O’dur.” (Mesnevî-i Nuriye, Habbe, 111) *** Bir furyadır gidiyor son zamanlarda: Kopyalama furyası. Ne yaparsanız yapın ruhunuzu kopyalayamazsınız. İşte ruh böyle özel, böyle güzeldir. Bırakın öyle kalsın bu güzellik. İşte bu güzelliği anlamamıza yardım edecek bir öykü. “Hemşirelik yaptığım hastaneye birkaç gün önce bir kız çocuğu yatırılmıştı. Doktorların durumunu oldukça ümitsiz gördükleri hasta çocuğun sürekli elinde tuttuğu toprak dolu kap dikkatimi çekti. Çocuk kabı hiçbir yere bırakmıyor ve arada sırada içindeki toprağa yarım bardak su döküyordu. Merak edip, bu toprak kapta ne olduğunu sordum. Küçük kız, yattığı yerde halsiz gövdesini doğrultarak: ‘Bu benim bezelyem’ dedi. ‘Onu hastaneye yatacağım gün diktim. Kim başını daha önce kaldıracak diye, bezelyemle ben yarışıyoruz.’ Birkaç gün sonra küçük kız başarılı bir ameliyat geçirmiş ve bezelyeyle yaptığı yarışı kazanmıştı.” *** Hastalığımız sebebiyle duâlarını ve taziyelerini ileten dostlarımıza teşekkür ediyoruz, bil mukabele duâlarımızı iletiyoruz. 04.07.2010 E-Posta: [email protected] |