Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Şefkat kahramanları (23) |
Emine Tola (1898–1976)
Bu haftaki misafirimiz, Bediüzzaman Hazretlerinin Senirkent talebelerinden Ali İhsan Tola’nın değerli annesi Emine Tola. Emine Hanım, Tola ailesini Risâle-i Nur’larla tanıştıran Abdullah Nail Tola’nın kızkardeşidir. Emine Tola, Risâle-i Nur’ların matbaalarda resmen basılmasına vesile olan DP Milletvekili Tahsin Tola’nın ve geçtiğimiz hafta tanıttığımız Saadet Tola’nın halasıdır. Onun hayatını temâşâ ederken, pek çok ibret dersi almak mümkün. Torunları Handan ve Nurdan Tola’nın anlattıklarından ortaya çıkan kişilik profilinden anlıyoruz ki, o medenî cesaretli, becerikli, samimî, güçlüklerle baş etmeyi bilen, ibadetlerinde tavizsiz, tâbiri caizse tuttuğunu koparan bir Osmanlı hanımıdır. Bediüzzaman Hazretlerine verdiği söz gereği oğlu Ali İhsan, “annesinin yanında, ama Risâle-i Nur’un hizmetinde” olur hep… Bu yüzden Ali İhsan Tola bazen aylarca eve uğrayamaz. Evdeki bütün işler, erkeğin yapabilecekleri de dâhil hanımların omuzundadır. İşte bu yüzden Emine Tola, aynı zamanda yeğeni olan gelini Saadet ile birlikte evin bütün işlerine omuz verir. Tarla, bağ, bahçe işlerini geliniyle takip eder. Yeter ki, Ali İhsan Tola Risâle-i Nur hizmetiyle daha çok ilgilenebilsin… Dilerseniz, Emine Tola’yı daha yakından tanımak için zaman şeridinde biraz gerilere gidelim
1920’lerİn Senİrkent Beledİye BaşkanI: Abdullah Fehmİ Bey
Hacı Molla Abdullah Fehmi Bey, Konya Mekteb-i Âlisinden mezun, Senirkent’in eşrafından değerli bir zattır. İlk eşi vefat edip de çocuklarıyla baş başa kaldığında yeniden evlenmeye karar verir. Akrabalarından olan Emine Hanımla evlenir. Emine Hanımın bu evlilikten dört evlâdı olur. Bunlardan bir tanesi de Ali İhsan Tola’dır. İşin ibret alınması gereken yanı, Emine Hanım kendi çocuklarıyla, diğer çocukları maddî-manevî birbirinden hiç ayırmaz. Şefkatle muamele eder. Abdullah Fehmi Bey uzun yıllar Senirkent Belediye Başkanlığı yapmıştır. Yeniliği seven, geniş ufuklu bir zattır. Türkiye’de Fransa ve İngiltere’ye ilk halı ihracatını “Turan halıları” ismiyle o gerçekleştirmiştir. O yıllarda Uluborlu’da yaşayan ve halı dokumada usta olan Rumları Senirkent’e dâvet etmiş, 300 halı tezgâhında Rum ustalar Senirkentlilere halı dokumanın inceliklerini öğretmiştir. Bu halılar çok ince, ipekten dokunmuş san'at eserleridir…
KIymetlİ mİsafİrler
Abdullah Fehmi Bey, Mekteb-i Ali, yani bugünkü tâbiriyle üniversite mezunu da olduğu için Ankara’daki mecliste samimî dost ve arkadaşları vardır. Dolayısıyla Cumhuriyetin kurulduğu o ilk yıllarda yapılması planlanan yeniliklerden önceden haberi olmaktadır. Şapka inkılâbı yapıldığında eşinin “Bir de bunu giymeleri için halka ilânât vereceğim!” diyerek hüngür hüngür ağlayarak gözyaşları içinde evde şapka giydiğini, Emine Tola yıllar sonra torunlarına ibretle anlatır. İnsanlara yardım etmeyi seven, özellikle talebelere elinden gelen bütün yardımı yapan Abdullah Fehmi Bey, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı, Doğu’nun önde gelen simalarının sürgüne gönderildiği ya da asıldığı, faili meçhul cinayetlerin çokça yaşandığı o günlerde bir karar verir. Doğu’daki tekke ve medreselerde dinî hizmetleri organize eden 11 şeyhi “Ruhî durumu bozulan hasta bir yakınımı okumaları için getirdim” diyerek “muhafaza” maksadıyla Senirkent’e dâvet eder. Ailesi geniş olan bir şeyhi de dikkat çekmemesi için Uluborlu’da ağırlar. Altı ay boyunca misafirlerinin bütün ihtiyaçlarıyla ilgilenir. O yıllarda altı yaşlarında henüz okula gitmeyen küçücük bir çocuk olan Ali İhsan Tola, her gün bir şeyhi sırayla misafirhanelerinden alır, Senirkent’in ileri gelenlerinden Dağıstanlı Şeyh Mustafa Efendi’ye götürür. Orada sohbetlerinin bitmesini bekler, dönüşte de misafir ile birlikte evine geri döner. Onların duâsını alır.
“Senİ 6 yaşIndan berİ talebelİğe kabul ettİm!”
Yıllar sonra Ali İhsan Tola, Bediüzzaman Hazretlerini ilk ziyaretinde (1953) Üstad Hazretleri “Ben seni 6 yaşından beri tanıyorum, talebeliğe kabul ettim” der. “Ben daha önce sizi ziyarete gelmedim. İlk defa geliyorum” cevabını alan Bediüzzaman, tekrar “Seni 6 yaşından beri tanıyorum, talebeliğe kabul ettim” der. Ali İhsan Tola tekrar itiraz eder. Bediüzzaman Hazretlerinin üçüncü tekrarında Zübeyir Ağabey sessizce “İtiraz etme, o seni görmüştür” diyerek Ali İhsan Tola’yı ikaz edince artık susar, cevap vermez. Ali İhsan Tola, Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözlerinin sırrını yıllar sonra çözer. Altı yaşında küçücük bir çocukken o mübarek zatlara yaptığı hizmetleri hatırlar…
Koca (evlİya) Emİne
Selçuklu ve Osmanlı tarihinde “Koca” sıfatı bilinen mânâlarından çok farklı olarak “evliya” anlamında da kullanılır. Emine Tola’yı yakından tanıyanlar ona “Koca Emine!” sıfatıyla hitap ederler. Bilgilidir. Çeşitli otlardan, yağlardan halk ilâçları yapmakta çok mahirdir. Kırlara çıkıp zamanı gelen otları toplar; kimilerini kurutur, kimilerinin tohumlarını alır, kimilerini de zeytinyağı ile karıştırarak, cam şişeler içinde bütün yaz boyu güneşte bekletir. Böylelikle şifalı yağlar hazırlar. Her evde bulunan kuru üzüm, soğan, tarhana, sirke, turşu, hamur gibi gıda maddeleri onun elinde ilâca dönüşür. Evdeki özel dolaplarında muhafaza ettiği bu malzemeleri ihtiyaç anında hemen kullanarak, ağrıları, sızıları, yüksek ateşi, kırık çıkıkları, kesikleri tedavi eder, hastalardan duâ alır. Doktor olduğu halde zaman zaman yeğeni Tahsin Tola bile ondan yardım ister. Ağzında sık sık çıkan yaralardan muzdarip olan ve kullandığı kortizonlu ilâçlardan bile fayda göremeyen Tahsin Tola “Hala yine yara çıktı!” diye geldiğinde Koca Emine Hala şap, karanfil ve daha bir kaç maddeyi havanda ezerek bir karışım yapar, yeğenine verir. Dr. Tahsin Tola, halasının yaptığı bu tür ilâçları sık sık kullanır ve her defasında da Allah’ın izniyle şifa bulur. Emine Tola ibadetlerinde çok titizdir. Ateşler içinde kıvrandığı ağır hastalıklarında bile namazını ayakta kılar, kazaya bırakmaz. Üç aylar girdiğinde oruçlarını tam olarak tutar. Her yedi senede bir kurban keser, ahaliyi yemeğe çağırır. Merttir. Asla kimsenin arkasından konuşmaz. Söylenmesi gereken bir şey varsa kişinin yüzüne söyler. Sözünün eridir. Dürüstlüğü ile tanınır. Genç yaşta vefat eden kocasının ardından çocuklarının hepsinin de tahsilini yaptırmıştır. Misafirlerine ikram etmeyi çok sever. Her gelen misafirine evde ne varsa hazırlayıp sofra çıkartır. Özellikle üzüm bağlarıyla tanınan Senirkent’te taze asma yaprağının çıktığı günlerde onun konuklarında her sene özel olarak hazırladığı bir yemek vardır: Her gün koca bir tencere yaprak sarması hazırlar. Kimi zaman etli, kimi zaman mercimekli, kimi zaman zeytinyağlı hazırladığı bu sarmaları her gelene ikram eder. Akşam olduğunda tencere ertesi gün için boş vaziyette hazır beklemektedir. Soranlara “Annemden böyle gördüm!” der… Bir gün bahçede teknede hamur yoğurmaktadır. “Emine Hanım, artık evin medresenin bir şubesi olacak!” diye kendisine seslenilir. Şaşırır, etrafına bakar, kimseyi göremez. Az sonra içeri giren eşi Abdullah Fehmi Bey “Emine, bundan sonra hanımların sohbetleri, hatim duaları, zikirleri bizim evde yapılacak!” haberi ile gelir… Emine Tola’nın evi uzun yıllar bu hizmet için de kullanılır.
“Valİdenİn, aİlenİn İznİ olmadan asla!”
Handan Tola anlatıyor: Küçüktüm o zamanlar. Babam sık sık Üstad Hazretlerinin yanına gider, uzun zaman gelmezdi. Bir gün bahçedeki çardağın ortasına battaniyesini serdi, üzerine yorganını, yatağını, yastığını yerleştirip, balya yaptı. Nereye gideceğini söylemedi. Babaannemin elini öptü. Annemi öptü. Veda etti, çıktı gitti evden. Annem de babaannem de hıçkırarak ağlamaya başladılar arkasından. Dakikalarca ağladılar. En sonunda babaannem “Kalk Saadet, evden çıkalım da gözümüz gönlümüz açılsın!” dedi. Akrabalarımıza gittik. Onların tesellisi ile biraz rahatlayıp evimize döndük. Biraz sonra kapı çalındı. Bir hamal babamın eşyalarını getirmişti. Arkasından da hemen babam girdi. “Ben gittikten sonra siz ne yaptınız? Üstad Hazretleri bana ’Validenin ve eşinin izni olmadan asla seni yanıma almam!’ dedi.” Böylelikle babam eve geldi, ama Üstadın yanında onun hizmeti ile hemhâl olma arzusu hiç bitmedi. Hep annesini razı etmeye çalıştı. Olmadı. En sonunda “Eğer annemi de Üstadıma götürürsem, belki Üstad Hazretleri annemi ikna edebilir!” düşüncesiyle babaannemi Üstada götürmeye karar veriyor.
“AkrabalarIm gelecek!”
Üstad Hazretlerini ziyaret etme fikrini duyan babaannem “Ben de Üstadı ziyarete gideceğim!” diye çok seviniyor. Hemen yolculuk hazırlıklarına başlıyor. Üstad Hazretlerine hediye olarak şeker götürmeye karar veriyor. O zaman şeker karaborsada, çok da önemli bir hediye olduğundan 15 gün boyunca Senirkent ve çevresinde 2 kg şeker arattırıyor, bulamıyor. Şeker bulamayınca bu sefer de gidecekleri günün öncesinde tandırda katmer pişiriyor. Yiyeceklerden oluşan bir çıkın hazırlıyor. Babam her ne kadar “Anne, Üstad Hazretleri hediye kabul etmiyor!” dese de duymazlıktan gelip “Benimkini kabul edecek” cevabını veriyor. Ertesi sabah yanlarına akrabalarımızdan Nafiye ve Hesna Teyzeleri de alarak sabah erkenden eşeklerle yola çıkıyorlar. Önce Çam Dağı’nın yakınındaki köyde hayvanlarını bırakıp, dağa tırmanmaya başlıyorlar. Babaannem astım hastasıydı. Düz yolda giderken bile tıkanırdı. Annem ve akrabalarımız bu sebeple onun bu yolculuğu nasıl gerçekleştireceğini çok merak ediyorlardı. (O ise sonradan akrabalarına bu seyahat macerasını şöyle anlatır: “Çam Dağına çıkarken, sanki bir el ayaklarımın altından tutup kaldırıyordu. Yolda tıkanmadığım gibi bir daha da o hastalığı hiç görmedim.”) Beri yanda, Üstad Hazretleri Çam Dağı’nda bir gün önceden “Yarın yağmur yağacak! Hazırlanın, Barla’ya gideceğiz!” demiştir. Sungur, Bayram, Ceylan Ağabeyler sabah namazından ve dersinden sonra toparlanmışlar, fakat Üstad Hazretleri gitmek için harekete geçmemiştir. “Misafirlerim gelecek!” demektedir. Sungur Ağabey kimin geleceğini sorduğunda “Akrabalarım gelecek!” demiştir. Misafirler gelir. Yaşlı hanımlar Üstadın cübbesini üzerinden dirseğini öperler. Babaannem hediye olarak hazırladığı yiyecek çıkınını uzatır. Babam, annesinin hediye verme çabasından dolayı Üstad Hazretlerinden özür diler. Üstad Hazretleri “Valideye lâf yok! O benim de validem” der. Ardından talebelerine yiyecek çıkınını boşaltmalarını söyler. Tabiî babaannem hediyesinin kabulünden çok sevinçlidir…
“Gİt ona teblİğ et! Menzİlİ yakIn…”
Bu küçük hanım kafilesi, yanlarında babamız olduğu halde Üstad Hazretleri ile görüşürler: Nafiye Teyzemiz eşinin çok içki içtiğini anlatır ve duâ ister. Üstad Hazretleri cevap vermez. Nafiye Teyze bu sessizlik üzerine eşinin artık ibadetlerine, namazına da dil uzatmaya başladığını söyleyince Üstad Hazretleri babama “Git ona tebliğ et! Menzili yakındır” der. Nafiye Teyze aldığı cevabı hayra yorarak çok sevinir.
“Aİleler hasta!”
Hesna Teyze de kızı ile damadının şiddetli geçimsizliğini anlatarak “Arada çocuklar da var!” diyerek şikâyet eder. Üstad Hazretleri “Aileler şimdi hep geçimsiz, hasta!” der. Teyze ikinci kez tekrarlar, yine “Aileler şimdi hep geçimsiz, hasta!” cevabını alır. Hesna Teyzenin üçüncü tekrarında Üstadımız “İnşallah iyi olacaklar!” der.
“İhsan’I bana ver!”
Sıra babaanneme gelir. Babaannem Üstad Hazretlerine hiçbir şey söylemez. Fakat Üstad Hazretleri ona “İhsan’ı bana ver, talebe olarak yetiştireyim!” der. Babaannem “Ben ihtiyarım. 12 çocuktan yanımda bu kaldı, veremem” der. Üstad dileğini tekrarlar. Babaannem yine “Veremem!” der, kabul etmez. Üstad Hazretleri üçüncü kez dileğini söylediğinde babaannem “İhsan’ı veremem! İhsan başıma harç” der. (Bu tâbir Handan Tola’nın ifadesiyle “Bana lâzım” anlamında, yöresel kullanılan bir deyimdir.) Bu cevabı alan Bediüzzaman Hazretleri “O zaman İhsan senin yanında, benim hizmetimde olacak! Senden asla şikâyet istemiyorum” der. “Tamam! Yeter ki yanımda olsun. Şikâyet etmeyeceğim!” der babaannem. Oğlunun iman Kur’ân hizmetinde çalışmasına sözü yoktur, sadece yanında olmasını istemektedir. Babam derdi ki: “Sanki o andan itibaren Üstad Hazretleri bana bir cihaz taktı. Nerede olursa olayım, Üstadımızın ilminden sanki yanında hizmet ediyormuş gibi istifade ettim.”
Üstad Hazretlerİnİn şeker hedİyesİ…
Babam, babaannem, Nafiye Teyzem bu olayı defalarca anlattılar bize. Dönüşte Bediüzzaman Hazretleri “Bayram, validenin çıkınını getir, aç!” der. Ardından ağacın kovuğuna doğru dönerek, iki avucunu birleştirip uzatır. “Valideye hazine-i Rahman’dan şeker ikram edildi” diyerek avucundaki şekerleri çıkına boşaltır. Tekrar iki avucunu uzatıp aldığı şekerleri çıkına boşaltır. Elleriyle çıkını bağlar ve babaanneme teslim ederek “Yolunuz açık olsun!” der. Katran Ağacına kadar onları uğurlar. Bu arada yağmur başlamıştır.
Sungur Ağabey anlatIyor…
Giden küçük kafileyi Üstad Hazretleri yanında Sungur Ağabey olduğu halde izler. Daha sonradan Sungur Ağabey bu olayı şöyle anlatır: “Üstadımız şemsiyesini alıp Senirkent ahalisinin arkasından şemsiyenin altında çömelerek onları temaşa eder gibi bir vaziyette bulundu. Üstadımız buyurdu ki: ‘Ben bu yağmuru, onların ziyaretlerini tebrik ediyor gibi telâkki ediyordum. Sonra anladım ki, Dr. Tahsin Tola, Ankara’da çok çalışmış. Onun Ankara’daki hizmeti o kadar büyük ki; gökte melekler alkışlıyorlar! Bu yağmur onun hizmetini tebrik ediyor’ der.”1 Senirkent’te bu arada çok şiddetli yağmur yağmakta ve annem evde “Astımlı hâliyle perişan oldu!” diye üzülmektedir. Onların üstleri başları kupkuru olduğu halde eve döndüklerini görünce çok sevinmiştir. O şiddetli yağmur altında, bütün kafile eve kupkuru şekilde gelebilmişlerdir. Bu olaya hepsi şükrederler. Babam Üstad Hazretlerinden aldığı vazifeyi yerine getirmek için Nafiye Teyzenin içkici beyi Abdullah Abiye giderek Üstad Hazretlerinin tebliğini iletir. Abdullah Abi “Bana kimse karışamaz!” diye mukabele eder ve hanımına olan tavrını hiç değiştirmez. Kırk gün sonra da vefat eder. Nafiye Teyze bu olayı hep anlatır: “Üstad Hazretlerinin ‘Menzili yakın!’ sözünü ben hayra yormuştum. Demek ki öleceğini ima etmiş. Keşke hiç şikâyet etmeseydim!” derdi. Hesna Teyzemin damadı ise aynen Üstad Hazretlerinin dediği gibi zaman içinde davranışlarını değiştirir, ailesine sahip çıkar, mutlu olurlar. Babaannemin Üstad Hazretlerini ziyarete gittiğini öğrenen akrabalarımız babaanneme ziyarete gelirler. Babaannem derdi ki: “Her gelen misafire bir yan avuç şeker ikram ettim. Bir sene, Üstadımın şekeri tükenmedi!” O, hayatı boyunca kendisini ziyarete gelen akrabalarına bu olayı ibretle anlatırdı. Babamsa Çam Dağı'ndaki o ziyaretten itibaren “Evinde, ama hep Üstad Hazretlerinin hizmetinde” çalıştı. Bazen babaannem Üstadımıza verdiği sözü unutur, şikâyet eder gibi olurdu. Babam hemen hatırlatırdı. O zaman babaannem şikâyetini hemen keser, susardı. Babaannem babama sık sık “Oğlum sana Allah, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kimsenin bilmediği hazinelerinden nasipler versin!” şeklinde duâ ederdi. Duasının kabul edildiğini düşünüyoruz… Not: Feyza ve Fatih Tola’ya yardımları için teşekkürler...
Kaynakça:
1- Emirdağ Lâhikası’nda Tahsin Tola’nın hizmeti şu sözlerle yer alır: “Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuâsı resmen Ankara’da tâb’ edilmesiyle hem âsâyişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene mebusluk etmek kadar fâidesi oldu.” (Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası, s. 431) 04.07.2010 E-Posta: [email protected] |