M. Latif SALİHOĞLU |
|
Fikirlerin er meydanı |
Farklı fikirlere, farklı inançlara, farklı siyasî eğilimlere tahammül etmek, bir demokratik erdemliliktir. Bunlara tahammülsüzlük ise, istibdadın, taassubun, bağnazlığın ve kendine güvensizliğin bir tezahürüdür. Fikrine, dâvâsına güvenen, farklılıkların meydân–ı zuhûra çıkmasından korkmamalı. Bilâkis, memnun olmalı. Zira, açık yara adam öldürmez; gizlisi–saklısı öldürür. Kimin içinde ne varsa bütünüyle ortaya çıkmalı ki, söylenen şeyin doğru mu, yanlış mı olduğu, dahası, doğruysa kaç ayar olduğu kolayca anlaşılsın. Söylenmeyen, yahut söylettirilmeyen fikrin mahiyeti bilinemez. Hatta, o fikrin sahibi dahi, fikrinin ne değerde olduğunu tam olarak bilemez. Bazıları da zannediyor ki, inandıklarını söylese, fikrini izhar etse, yer yerinden oynayacak; kitleler, onun savunduklarıyla coşup taşacak, falan... Esasında, konuşturulmayan çoğu kimse kendini öyle görüyor. Fikirleriyle dünyaya nizamat vereceğini zannediyor. Oysa, durum ekseriyetle öyle değil. Çoğu zaman, kişi söyledikleriyle kalıyor. Hatta, bazan alkış da alır, ama beklediği desteği alamaz. Bir zamanlar, hitabeti kuvvetli meşhûr bir hatip vardı. İsmi: Osman Bölükbaşı. Bölükbaşı, kendisini dinleyen toplululuğu coşturur, ortalığı alkış tufanına boğdururdu. Ama, yine de seçmenden beklediği oy desteğini bir türlü alamazdı. Hatta, kendisi bile bunun farkına varmış ve şunu söyleme gereğini duymuştu: "Ey seçmen! Siz burada beni alkışlıyorsunuz. Ama, oyunuzu gidip yine başka partiye veriyorsunuz." Bu durum gösteriyor ki: Bölükbaşı'nın konuşma ve hitabet tarzı güzel. Ancak, fikirlerinin toplumda ciddî bir karşılığı yok demektir. Bölükbaşı'nın konuşmalarından dolayı yargılanması yanlıştı. Onun cezalandırılması, evrensel hukuka, demokrasiye, insan temel hak ve hürriyetlerine aykırıydı. Maalesef, aradan yarım asırlık bir zaman geçtiği halde, insanlarımız yine de fikrini rahatça söyleyememekte, siyasî görüşünü hür bir şekilde ifade edememektedir. Hakkında hemen soruşturma başlatılıyor, yahut dâvâlar açılıyor. Bu yöntem, esasında daha sakıncalı, daha zararlıdır. Söz hürriyetine sahip olamayanlar, kendini mazur görüp şiddet yanlısı olmaya meyledebiliyor ki, bunun hiçkimseye bir faydası yoktur. Farklı şeyler söylemenin, hatta yüzde yüz aykırı fikirler serd etmenin bile, baskıcı suskunluk kadar zararı olmaz. O halde, fikirler bir bir er meydanına çıkıp güreşsin. Gerekirse, zayıf ve çürük olanlar yorgun ve bîtap düşünceye kadar da vuruşup çarpışsın. Yeter ki, insanlar çatışmasın, fiiliyata meyletmesin. Neticede, yanlış ve zayıf olanların ayıklanacağını, haklı ve doğru olan fikirlerin ise galip geleceğini bilmek ve inanmak durumundayız.
Tarihin yorumu 5 Temmuz 1981
Tevfik Tığlı fenomeni
EEski Eğirdir Müftüsünün oğlu, 1903 doğumlu, öğretmen kökenli Isparta eski milletvekillerinden Tevfik Tığlı, 5 Temmuz 1981'de Ankara'daki evinde öldü. Tığlı, yıllarca hasta ve yatalak bir vaziyette bulunuyordu. Müftü babası Üstad'a muarız iken, amcası Hakkı Tığlı ise, Hz. Üstad'ın has dostu ve sadık talebesi idi. Keza, Tığlı'nın damadları olduğu Enver Beyin Barla'daki evi, Hz. Üstad'ın da 1953'ten sonraki ikametgâhı oldu. Enver Bey, aynı zamanda Üstad'ın Barla'daki o meşhûr çift sarıklı fotoğrafını (1926) çeken zattır. * * * Yakın siyasî tarihimizin en ilginç, en şaşırtıcı simâlarından biri, hiç şüphesiz Tevfik Tığlı'dır. Barla'da başöğretmen iken (1931...) Üstad Bediüzzaman'a en büyük düşmanlığı yapmış, hatta zındıkaya âlet olma derekesine kadar düşmüş olan Tığlı, 1957 seçimlerinde Demokrat Partiden milletvekili adayı olunca, gariptir ki, yine Üstad'ın tavsiyesiyle Nur Talebeleri tarafından desteklenmiş bir şahsiyettir. Özellikle, Eğirdir'li Demirci Salih Efendinin hatıraları meydandadır. Son Şahitler'den de bakılabilir. (I. Cilt, s. 275; Yeni Asya Yayınları, 1993.) Demirci Salih, "Üstad'ın düşmanıdır" diyerek önceki Tığlı'nın aleyhinde çalışmış. Ardından, Üstadının tavsiyesine uyarak, köy köy dolaşan Tığlı'nın lehinde çalışma cihetine gitmiş bir Nur Talebesidir. Esasında siyasette "Ahrar–Demokrat" çizgisinin mânâ ve mahiyetini bilmeyenler, Tevfik Tığlı ve benzeri şahsiyetlerin durumunu da bir türlü anlayamadılar, anlayamıyorlar. "Nasıl olur?" diyorlar, "Böylesine bozuk ve şerir adamların Demokrat Partide ne işi var?" diye isyan ediyorlar. Hatta, daha ileri gidip şunu diyenlerin sayısı da az değildir: "İçinde böyle adamların bulunduğu bir parti, Demokrat mânâsında değildir. Demokratlık vasfını kaybetmiştir. Şayet onlar var olacaksa, biz yokuz. Bizim yerimiz başka partidir." Oysa, DP'de Tığlı'ya bile rahmet okutacak kadar şerir, bozuk daha başka adamlar da vardı. Buna rağmen, Üstad Bediüzzaman ve talebeleri, şahsa takılıp kalmadılar, dikkatleri harekete ve misyona çekerek bu partiye daima "nokta–i istinad" oldular. Hasılı, Tevfik Tığlı gibi adamlar DP'de hiç eksik olmadı. Fakat, bu tip siyasetçileri bahane ederek, partiden ayrılan, yüz çevirenlerin haddi hesabı bilinmiyor. Bunlar, acaba ne derece haklı diye, esaslı bir şekilde düşünmek lâzım. 05.07.2010 E-Posta: [email protected] |