Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL |
YAŞ, güven tazeleme fırsatı olabilir |
Son dönemde ortaya çıkan tartışma ortamı Türkiye’nin değişim sürecinde yeni stratejilerin geliştirilmesi konusunda tartışmalara sebep oluyor. Biz de Hava Harp Okulunda eğitim almış, daha sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerin eğitim ve strateji birimlerinde planlayıcı ve eğitimci olarak çalışmış en son Millî Güvenlik Akademisi’nde öğretim üyesi olarak çalışmış Mesut Ülker’le konuştuk. Daha sonra Akademi’den emekli olan Ülker, PKK ile mücadele’nin silâhlı kuvvetlerin elinden alınıp İçişleri Bakanlığına bağlı özel birliklere bırakılmasını istiyor. Demokratik açılım heyecanına kapılmışken Türkiye kendini birdenbire çatışmaların içinde buldu. Üstten bakınca bunları nasıl okumak gerekir?
Soğuk savaş sonrasında gerek iç, gerek dış dinamikler Türkiye içinde birçok şeyin sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Vesayetçi sistem gibi sorgulanması gereken başka bir konu ise çok taraflı olarak kimseyi memnun etmeyen terörle mücadele yöntemleri. Gelinen noktada Türkiye devlet olarak Kürt kökenli insanlarımızın istek ve taleplerinin demokrasi içinde, siyasete çekilerek dillendirilmesini istiyor. Fakat PKK Türkiye’nin yumuşak karnı olan bu konuyu kendi inisiyatifinde tutmak istiyor. Bunun yanında Türkiye bölgesel güç olma yolunda kendisiyle tanışarak iç ve dış politikasında uyguladığı projelerde gösteriyor. PKK terör örgütü de yeni durum karşısında yeni bir strateji uygulamak durumunda hissediyor.
Demokratik açılımın PKK’ya özgüven kazandırdığını bu yüzden de bazı isteklerini kabullendirmek için saldırıya geçtiği yorumlarına katılıyor musunuz?
Nereden baktığınıza bağlı. Terörün devam etmesini isteyenler konuya böyle bakabilirler, ancak hükümetin ortaya koyduğu plan ve proje koymaması da terörün beslendiği kaynakları istenilen standartlarda ortadan kaldırmaya başlamışken bu süreç gelişti. Hükümet yapılması gerekenlerin içeriğinin hep beraber doldurulması yolunu seçti. Bu sorunun çözümünü istemeyenler ise sürece aktif olarak katılmadılar ki terör örgütü kaynaklarını tüketsin. Bu çok önemli bir konu!
Ancak bölgeden ve Türkiye’nin merkezinden belki sayıları yüzleri bulan sivil toplum örgütü yaptığı açıklamalarla PKK’ya silâhı bırakma çağrısında bulunurken hükümete de demokratik açılıma devam etmesi gerektiğini söyledi…
Öncelikli olarak bu soruna siyaset üstü bakmak gerekir. Demokrasi içindeki taleplerin siyaset kanalıyla olduğu gibi STK’lar tarafından da ifade edilmesi mümkündür. O açıdan önümüzdeki dönem ilişkilerin seyrine sivil toplum örgütleri de katılır. Bunun karşısında bazı unsurlar PKK Öcalan imgesini öne çıkararak süreci çözümsüzlüğe sürüklemek istiyor. Süreç Öcalan tarafından yönetiliyormuş gibi algılatılmaya çalışılıyor.
Siz sürecin sivil toplum tarafından başbakanın yürütülebileceğini söylüyorsunuz, ancak çatışmanın yaşandığı mevziye çıkması, muhalefetin dik durma yarışına girmesi meseleyi askerî boyuta yönlendirmez mi?
Maalesef siyasetin bugüne kadar uyguladığı metodlar neticesinde böyle davranışlar ortaya çıktı. Bu siyasete alet edilebilecek basit bir konu değil. Başbakan teröristle mücadele yaparken bir taraftan da terörle mücadelenin kaynaklarını yok etmeye ağırlık verdiklerini dile getirmiştir. Yani mesele sadece teröristle mücadele değildir.
Sizce askerî çatışmalar konusunda açıklamaları Genelkurmayın yapması sivil siyasetçileri silâhlı çatışma söyleminden uzak tutmaya yarar mı?
Vesayetçi anlayıştan kaynaklanan, daha öncesine dayanan yanlış algılamalar var. Bundan dolayı da genelkurmayın açıklamalarının tam aksi bir algı oluşturacağını düşünüyorum. Demokrasi içinde baktığımızda ülkenin güvenlik sorumluluğu Bakanlar Kuruluna ait. Bu açıdan da Türkiye’nin terörizmle mücadele stratejisini yeniden gözden geçirmesi gerekir.
Nasıl bir strateji izlemeli?
Terörle mücadeleyi TSK’nın cephe savaşlarına yönelik büyük birliklerle oluşturduğu idarî teşkilât yapısından ziyade, küçük, profesyonel, bölge şartlarına adapte olmuş eğitim seviyesi yüksek birlikler yapmalı. İçişlerini etkin hale getirip terörizmle mücadele sadece TSK’nın görevi olmamalı. Silâhlı kuvvetlerin birinci görevi dış tehditler olmalı. İç tehditler devletin oluşturacağı özel birimler tarafından yürütülmeli. Meselenin 30 yıldır silâhlı kuvvetlere havale edilerek kangren haline döndüğünü görüyoruz.
Böyle bir yapılanma terörle mücadele de nasıl bir katkı sağlayabilir?
İstihbaratın ve komuta kontrolünün tek elden yürütülmesi, kırsalda teröristle yapılan mücadele ile şehirlerde yapılan mücadelenin çok iyi senkronize edilmesini sağlayabilir. En çok zafiyete düştüğümüz konu budur. Önümüzdeki dönem Silâhlı Kuvvetlerin dışında sivil gücün daha etkili olduğu bir yapılanma şarttır! Türkiye’de eksik de olsa demokrasi varsa bu sorumluluğun Bakanlar Kurulunda olması gerekir. Ancak mesele Silâhlı Kuvvetlere havale edildiğinden ve vatanı korumak ve kollamak görevi algılarından dolayı asker sorunu kucaklarında bulmuşlar. Aslına bakarsanız askerin de meselede tek sahip olduğunu düşünüyorum.
Hangi verilerden yola çıkarak bu yorumu yapıyorsunuz?
Sorunun çözümünde tek kaynağın asker olduğu gibi bir algı ortaya çıktı. Asker bu durumdan rahatsız… Artık sivil yönetimlerin ve bölge insanının da taşın altına elini koyması gerekir.
Önümüzdeki dönemlerde bölgedeki sorun nasıl bir zeminde tartışılacak?
Karar alma sürecinde devletin merkezde olduğu değil sivil toplum örgütlerinin, kanaat önderlerinin, akademisyenlerin önde olduğu bir sürece girdik. Bu süreçte dayatmacı, tek merkezci kararlardan ziyade paylaşımcı kararların daha etkili olabileceğini görüyoruz. On tane şehit verdiğimiz gün bile bütün manipülasyonlara rağmen toplumda bir kırılma görmedik. Bence bu bölge insanının haklı talepleriyle terör örgütünün taleplerinin örtüşmediğini ortaya koymaktadır..
Sizin az önce yaptığınız açıklamaya takıldı kafam. Hakikatte Silâhlı Kuvvetler vesayet rejiminin argümanı olan iç tehdit yönetimini sivil iradeye devreder mi?
Böyle bir talebi olduğunu artık hissetmeye başlıyoruz. Artık TSK’nın sivil siyasete müdahale etmeme konusunda da niyeti olduğunu görüyoruz. Ancak sivillerinde daha fazla inisiyatif alarak, bazı düzenlemelerle alan ihlâllerini gidermesi gerekiyor. TSK’nın da bunu istediğini, ancak stratejilerin yanlış seçilmesinden, kamuoyunda daha önce bıraktığı imajdan dolayı sıkıntılar yaşanıyor. Ergenekon süreci, kozmik odaya girilmesi Genelkurmay başkanı tarafından da açıklandığı gibi hukukî sürecin işlediğini görebiliriz…
Bu büyük bir tartışma… Aynı Genelkurmay Başkanı, Kılınç Paşa’nın gözaltına alınmasını engelliyor?
Kurumun eskiden gelen davranış modelleri var. Yeni duruma adapte olma katsayısı çok düşük. Yapısal olarak büyük bir organizasyon. Karar alma süreçleri, davranış modelleriyle oturmuş bir yaşam biçimi var. Bu zihniyetin geceden sabaha değişmesini beklemek mümkün değil. Askerlerin yetiştirilmesi noktasında da Türkiye’yi koruma ve kollama tekelinin kendilerine ait olduğu algısı çok yüksek. Türk kamuoyu olarak bu değişime yardımcı olmamız gerek. Bu sorgulamanın kurum içinde de yoğun şekilde devam ettiğini değerlendiriyorum.
Bu tesbiti neye göre yapıyorsunuz?
Öncelikli olarak Sayın Genelkurmay Başkanının konuşmalarından ve kamuoyuyla paylaşımlarından. Ayrıca demokrasiye olan bağlılıklarını her fırsatta dile getiriyorlar.
Emekli bir askerî hakim, Ergenekon’la ilgili bir yorumunda askerî eğitim değişmeden bu yapıların ortaya çıkması engellenemez tesbitinde bulunmuştu. Katılır mısınız?
Sivil irade Silâhlı Kuvvetlerin değişim isteğine karşı ilişki kanallarını açık tutması ve gerekli adımları uygun zamanda atmalıdır. Yapılan değişiklikleri de Silâhlı Kuvvetler kabul etmek durumundadır. Bizim olan bu yapıyı demokrasinin isteği çerçevesinde toplumun beklentilerini karşılayabilecek paralel bir yapıya dönüştürülmesi sivil iradenin sorumluluğudur. Bazı noktalarda farklı düşünülsede onlar bu toprakların çocukları. Siz dışardan mühendis ithal edebilirsiniz, ancak bir orgeneral ithal edemezsiniz. Bunun yanında umuyorum ki Silâhlı Kuvvetler içinde yürüyen soruşturmalarla bazı unsurlar ayıklanacaktır. Önümüzdeki YAŞ toplantısı kamuoyunu rahatlatacak azalan güveni tazeleyecek bir fırsattır. Değerlendirilmelidir.
Bazı yorumcular Silâhlı Kuvvetlerin NATO tarafından halktan koparıldığını iddia ediyorlar…
Burada önemli olan etkileşim süreçlerinde belirleyici olmak. NATO’dan kaynaklı olarak Silâhlı Kuvvetler olması gereken noktadan farklı noktalara yönlendirildi. Ancak bu Silâhlı Kuvvetler tarafından fark edilmiş durumda. Silâhlı kuvvetlerin artık demokrasideki yerine geçmesi gerekiyor.
Bunun için de sivillerin inisiyatifi ele alması gerek diyorsunuz?
Sivil irade aktif olarak, konuya olumlu, yapıcı yaklaşarak katkı sağlayarak sorumluluk üstlenirse, merkezde askerin değil kendilerinin olduğunu kabul ederse süreç doğal olarak mecrasına girecek.
Etkinlik tartışmasına girmişken, son yaşanan olaylarda Öcalan’ın süreçte etkin olduğu ve bu etkinliğinin kırılması gerektiği ifade ediliyor. Görüşünüz nedir?
Ben terör örgütü içinde yeniden bir rol paylaşımına girildiğini düşünüyorum. Gelişen olaylar tekrar gözden geçirilerek Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi yeni aktörlerin devreye girdiğini görüyoruz. Bu noktada BDP’nin üstüne düşen rolü de almadığını söyleyebiliriz. Öcalan’ın aktif olup olmaması konusunda uluslar arası bazı standartların bize telkinleri oluyor. Ancak görünen o ki PKK’nın ekonomik, lojistik, medya desteğinin kesilmesi konusunda uluslar arası düzeyde de etkin girişimler yapılıyor. Bu çalışmaların sonucu da Öcalan’ın etkisi de doğal olarak azaltacaktır.
Sizce önümüzdeki dönemlerde PKK şiddeti tırmandırır mı? Bu yöntemle başarı sağlayabilir mi?
Düşünmüyorum, ancak bir müddet daha saldırıların devam edeceğini düşünüyorum. Artık örgütünde iletişim kanallarını açık tutması gerekmektedir. Yoksa bu yöntemlerle bir yere gidelemeceği bir kez daha görünmüştür.
PKK ile de ilişkisi olduğu iddia edilen derin Ergenekonun durumu nedir?
Kamuoyundan takip ettiğimiz kadarıyla maalesef Ergenekon yapılanmaysıyla terör örgütü arasında bazı konularda ortak davranış modelleri olduğu iddia ediliyor. Bu konu hukukî sürecin tamamlanmasıyla açıklığa kavuşacaktır. |
H. HÜSEYİN KEMAL 05.07.2010 |