Recep TAŞCI |
|
Herkes başının çaresine bakacak |
Önceki hafta sonu Kanada’nın Toronto şehrinde G-20 ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları, bir araya geldi. Türkiye’yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği toplantıya ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Kanada, Rusya, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, Meksika, Suudi Arabistan ve Avrupa Birliği Komisyonu katıldı. G-20 diye adlandırılan bu ülkeler dünya ekonomisinin yüzde 85’ini, uluslar arası ticaretin yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. Tayvan, İsveç, Norveç ve İran gibi ülkelerin de ekonomileri büyük olmasına rağmen G-20’de bulunmuyor. 1999’da G-7 Maliye Bakanları zirvesinde kurulan bu topluluk, devlet başkanları seviyesinde Kasım 2008, Nisan 2009 ve Eylül 2009 tarihlerinde olmak üzere şimdiye kadar üç kez toplanmıştı. Bu kısa hatırlatmadan sonra gelelim zirvede konuşulanlara: Küresel krizden çıkışta izlenmesi gereken yol, ana gündem maddesiydi. İki görüş tartışıldı. ABD’nin başını çektiği teze göre; büyüme ve istihdam önemli, bu sebeple para, kredi ve maliye politikalarındaki gevşeklik devam etmeliydi. Tercümesi, harcamalar kısılmasın. Böylece iç talep canlanır, ekonomi büyür, büyümenin sebep olacağı ek kaynaklar ve vergiler bütçe açığını kapatır, borçların GSMH’ye oranı iner. Ve tabiî kriz sonrası en önemli sorun haline gelen işsizlik büyümeye paralel olarak azalır. Bu görüşe karşı çıkan Avrupa ülkeleri vergileri arttırmadan ve kemer sıkmadan yanaydı. Çünkü kamu borç yükleri ve bütçe açıkları tehlikeli boyutlara ulaşmış. Öyle ki bazıları borçlarını çevirmekte zorlanıyor. Ayrıca enflasyon riski de endişelendiriyor. Şimdi şu soru zihinleri kurcalayabilir: Kemer sıkma ve büyüme bir arada olamaz mı? Zor. Zira harcamalar kısılır, vergiler arttırılırsa talep daralır, dolayısıyla ekonomi yavaşlar. Zaten krizin sebebi de şu veya bu nedenlerle talebin azalması idi. Öte yandan harcamalar artarsa bu defa bütçe açık verir, enflasyona dâvetiye çıkarılır. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali. Tartışmalar sonunda orta yol bulundu. Bütçe açıkları zamana yayılarak 2013 yılına kadar yarı yarıya indirilecek, her ülke kendi özel şartlarına uygun tedbirler alabilecek. Anlaşılıyor ki dünya ekonomilerinin canlanması için bir süre daha beklenilecek. Bankaların sermayelerini güçlendirmeleri, hangi düzeyde sermayeye ihtiyaç duyacağı gibi hususların Kasım’da Seul’da yapılacak zirvede masaya getirilmesi kararlaştırıldı. Bankaların küresel ölçekte vergilendirilmesinde ise fikir birliği oluşmadı. Sonuç bildirgesinde dikkat çeken bir nokta da; gelişmekte olan ülke para birimlerinin dünya ticareti dengesi içinde dalgalanmaya bırakılması önerisiydi. Özetlersek zirvede anlaşmazlık konuları ertelenirken ülkelerin kendi politikalarını izlemesi benimsendi. Yani herkes başının çaresine bakacak. Madem öyle Türkiye ile ilgili de şu parantezi açalım. 2001 krizinden sonra yeniden yapılandırılan bankacılık sektörümüz-eleştirilerimiz saklı kalmak kaydıyla-sağlam görünüyor. Yabancı bankaların yeni bir kriz korkusu yaşadığı ortamda bu bir avantaj. Bütçe açığı ile kamu borç stokunun millî gelire oranları da pek çok ülkeyle mukayese edildiğinde gayet iyi. 5 aylık bütçe performansı, halkın sırtından sağlansa da başarılı. İlk çeyrekte baz etkisiyle de olsa büyümenin yüzde 11,7 olarak gerçekleşmesi ilk nazarda olumlu. G-20 ülkeleri arasında Çin’den sonra en yüksek büyüme hızına sahip ülke olduk. Ne var ki enine boyuna değerlendirilmeli. Yerimiz kalmadı haftaya bırakalım. Diğer taraftan iç talepteki hızlı canlanma büyümeyi tetiklerken, cari açık yüzde 115 artmış, aman dikkat. Büyük ekonomilerin sıkı malî politikalarını sürdürme kararı ihracat ve turizm gelirlerimizi olumsuz yönde etkileyebileceğini gözönünde tutarak pazar çeşitlendirilmesi çalışmaları hızlandırılmalıdır. Demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerinde cesur adımlar atılmada kararlı olunur, terörü durdurur, ekonomiye öncelik verirsek yolumuza kazasız belâsız devam edebiliriz. 05.07.2010 E-Posta: [email protected] |