Cevher İLHAN |
|
Tekrar başa dönüldü… |
Terörle mücadelenin ciddî gündeme geldiği süreçte “Anayasa değişiklikleri”nin referanduma kalmasının Türkiye’nin enerjisini hebâ edeceği görüşü, gittikçe kuvvet kazanıyor. Bu apar topar vasattaki gündem karmaşası içinde, “terörle mücadele yöntemi”nin yeterince analizi yapılamıyor. Bundandır ki Başbakan Erdoğan’ın Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’yla son bulan siyasî partilerle görüşmesinin iki gün içinde gündemden düşmesi, bunun en açık alâmeti. Aslında Başbakan’ın Anamuhalefet partisi başkanıyla bir araya gelmesinin bu denli heyecan dalgası meydana getirmesi, görüşmelerin muhtevasından çok “ilk kez el sıkmaları”nın, “masadaki kurabiye” ve ikramların “flaş haber ” yapılıp canlı yayınlarda duyurulması, politikanın öngörüsünün “beden dili”nden okunması, demokratik sistemin işleyişindeki sakatlığı ele veriyor. Temelde uzlaşma ve diyalog üzerine gelişmesi gereken demokratik parlamenter rejimde gerçek demokrasinin içselleştirilmediğinin göstergesi oluyor… Doğrusu, 25 maddesinde uzlaşıldığı halde iki maddesine itiraz edilen “Anayasa değişikliği paketi”nin iktidar partisi tarafından “inadına” referanduma sunulduğu sıcak siyasî atmosferde bu tür görüşmelerin yapılmasının ne kadar yararlı olacağı meydanda…
“UZLAŞMA TALEPLERİ”NDE GEÇ KALINDI Problem şu: Siyasî partiler ve özellikle iktidar partisi, “sivil demokratik anayasa”nın rafa kaldırılmasının ardından sözkonusu “anayasa değişiklikleri” için daha hazırlık aşamasında “mutâbakat” ve “uzlaşma” aramadı. Milletle devletin ortak mutâbakatı olan anayasa gibi temel bir referansın değişikliğinde siyaset ve sivil toplumun taleplerini pek kaale almadı. Başbakan, sanatçılar, edebiyatçılar, sinemacılar ve sporcularla “kahvaltılı toplantılar”da buluşmayı yeterli buldu. Neticede Anamuhalefetin “paket”i Mahkeme’ye götürmesiyle daha da karmaşaya dönen ve esasen büyük bir kısmı zaten Anayasa’da var olan demokratik hak ve özgürlüklerin kabulü, bu “mutâbakatsızlık” yüzünden halk oylamasına bırakıldı. Aynen bunun gibi, “açılım”ın başlangıcında da hükûmet ve siyasî iktidar, Meclis içi ve dışı muhalefetin ciddî desteğini almaya uğraşmadı. “Uzlaşma talepleri”, hep seçmene karşı siyasî avantaj sağlamaya yönelik olarak göstermelik kaldı. Tıpkı “anayasa değişiklikleri” gibi “demokratik açılım”ı da tek başına yapmak istedi. “Açılım”ın tıkandığı noktada Başbakan, “terörle mücadele”nin sadece hükûmetin değil, bütün partilerin meselesi olduğunu söylüyor. Ama geçen sürede bu konuda Meclis içi ve dışı muhalefete gitmeyen Erdoğan, Meclis’in kapanacağı haftada kamuoyunda gelen yoğun istek üzerine muhalefetle görüşmeyi programına koyuyor. Ne var ki bu kez Meclis’te grubu bulunan iki partiyi “terörden nemâlandıkları” gerekçesiyle dışlıyor. Yüzde birlik partilere gittiği halde, köklü bir siyasî geleneğe ve terörle mücadelede deneyim sahibi olan ve daha önce terörü sıfırlayıp bitirme noktasına getiren Demokrat Parti’ye “görüşme mektubu” dahi göndermiyor…
YENİDEN “ASKERÎ ÖNLEMLER”! Kısacası tekrar başa dönüldü. “Açılım” tam tersine döndü; “açılım koordinatörü” İçişleri Bakanı Atalay’ın ikrarıyla “Habur şov” gibi “yol kazaları”na uğradı, tökezledi. Nitekim Erdoğan’ın başta profesyonel birlikler olmak üzere terörle mücadeleye dair önlemlere dair verdiği bilgiye mukabil, Kılıçdaroğlu’nun “beş tedbiri”ni ilettiği görüşmede ortaya çıkan görüş ve önerilerin olumlu havada akl-ı selimle tartışılacağı yerde, bir gün sonra miting meydanlarında, parti toplantılarında referandum üzerinden halka karşı politik atışmalara kalınan yerden devam edildi. Esasen Başbakan’ın konusu “terörle mücadele” olan siyasî parti başkanlarıyla bir araya gelmesinin akabinde “terörle mücadele yöntemi”nin tartışılması gerekirken, meselenin daha iki aya yakın bir süre bulunan referandum propagandasıyla karşılıklı “seçim provası” ve “hükûmetin güven oylaması”na dönüştürmesi, işin içyüzünü deşifre ediyor. Siyasî iktidarın “açılım”da olduğu gibi terörle mücadelede de esaslı bir plân ve projesinin olmadığını gösteriyor. Ve “Kürt açılımı” olarak başlayan, daha sonra “millî birlik ve kardeşlik projesi” ve en son “demokratik açılım” olarak isim değiştiren “açılım süreci”nin iyi yönetilmediğini ortaya koyuyor. Bundandır ki bir yıl önce “açılım”ın ortaya atıldığı esnada Türkiye “demokratikleşme, hak ve özgürlükler” söyleminden, terörün tırmanması ve şehidlerin artması ortamında, ne yazık ki yeniden “askerî önlemler konseptine odaklanıyor. Demokratik tedbirler”den yeniden, “askerî önlemler”e, “terör gündemi”ne ve “güvenlik konsepti”ne dönüyor… Bu durum, Türkiye’de polemiklerden politik rant edinen politikanın kolay kolay itiyadını bırakmadığını bir defa su yüzüne çıkarmakla kalmıyor, çözümü zorlaştırıyor. Türkiye’nin temel sorunu bu… 19.07.2010 E-Posta: [email protected] |