H.İbrahim CAN |
|
Casus takası ve İranlı nükleer fizikçi muamması! |
Son birkaç haftadır casusluk ve adam kaçırma hikâyeleri gündemdeki yerini aldı. Önce on –sonra onikiye çıktı- Rus casusunun yıllardır Amerika’da cirit attığı, gayet lüks bir hayat sürdüğü ve elde ettikleri bilgileri Rusya’ya gönderdikleri ortaya çıktı. Ne hikmetse yıllardır pahalı bir ‘Amerikan Rüyası’ yaşıyor olmaları kimsenin dikkatini çekmemişti. Sonunda bu casuslar, ABD’nin hiçbir zaman resmen casus olduklarını kabul etmediği, “baskı altında zorla ifadeleri alınan mağdurlara sığınma hakkı tanıyoruz” bahanesiyle takasa konu ettikleri Amerikan casuslarıyla takas edildi. Kaynaklara göre oniki casusun birden yakalanması dokuz yıllık bir takip sonunda gerçekleşmişti. Normalde böyle bir olayda –casuslar birbirinden bağımsız çalıştığı için- birden fazla casusun birlikte yakalanması pek mümkün değildi. Ama bağlı bulundukları birim başı –rezident- ortaya çıkarılınca, ona bağlı olanlar yakalanmıştı. Sonra ortaya İranlı nükleer fizikçi Şahram Amiri’nin kaçırılması konusu çıktı. Umre seyahati esnasında Suudi Arabistan’da kaçırılan doktoralı nükleer fizikçi, Suudi hükümetinin desteğiyle CIA tarafından kaçırılmış ve uzun uzun sorgulanmıştı. Sonra ne hikmetse Amerikalıların gözü önünde ülkesine geri kaçtı. Amerikalılar bunun sebebini İran’da kalan ailesinin hayatının tehlikede olmasıyla açıklıyor. Şimdi ortada müthiş bir propaganda savaşı yaşanıyor. İranlılar öyküyü yukarıdaki gibi anlatırken, Amerikalılar “kendisi bize bilgi satmak istedi ve 5 milyon dolar karşılığında sattı” diyorlar. Bu kadar para karşılığında ülkesinin sırlarını satan bir bilim adamının neden kendi ülkesine geri kaçtığını ise açıklamakta güçlük çekiyorlar. Hikâyenin doğrusunu ise hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bu casusluk ve adam kaçırma hikâyelerinin yalnızca Rusya ve Amerika için geçerli olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Jeopolitik durumu, enerji yolları üzerinde bulunması, son zamanlarda öne çıkışı ve ekonomik gelişimiyle Türkiye aslında casusların en çok cirit attığı ülkelerden birisi. NATO üyesi olması, 14 ülkeyle sınırı bulunması, Türki cumhuriyetler, Ortadoğu ülkeleri ve Balkanlarla bağlarının olması, ülkemizi ideal bir casus cenneti haline getiriyor. Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’a göre Türkiye’de yaklaşık 3500 ajan var. Şu anda kimbilir hangi köşede kimden ne bilgiler almaya, kimi hangi konuda kışkırtmaya ve hangi gizli planlar yapmaya devam ediyorlar bilmiyoruz. Osmanlı İmparatorluğunun yükselişinden itibaren, topraklarımız başta İngiliz ve Alman ajanları olmak üzere bir çok casusun ana görev yeri haline geldi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında topraklarımızdaki faaliyetler zirveye ulaştı. Soğuk Savaş döneminde ise bunlara Sovyet ve Bulgar ajanları eklendi. Amerikan casusları ise çok uzun zamandan bu yana –kimi zaman resmî ünvanlarıyla- faaliyet gösteriyorlar. Eski Dışişleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil’in iddiasına göre bir dönem bizim istihbarat teşkilâtımızın maaşları bile CIA tarafından ödenmişti. MOSSAD ise zaten CIA’nın küçük ortağı ve zaman zaman taşeronu. Son zamanlarda Çeçen Komutanların İstanbul’da öldürülmesi de Rus ajanların işi değil mi? Görüldüğü üzere; manşetlere düşmese de, dünyanın her yerinde –bunca şeffaflık ve açık istihbarat kaynaklarına rağmen- casusluk faaliyetleri bütün hızıyla sürüyor. Bunlara daha sanayi casusları dahil bile değil. İnternet üzerinden masum amaçlarla verdiğiniz bilgilerin hangi merkezlerde, hangi teknolojik imkanlarla istihbarata dönüştürüldüğünden ise haberinizin olması bile mümkün değil. Kısacası; yüzlerce yıllık casusluk san'atı, modernleşse de hâlâ varlığını sürdürüyor ve insanların temel zaaflarını kullanarak, en gizli bilgileri derlemeye devam ediyor. 19.07.2010 E-Posta: [email protected] |