Saliha FERŞADOĞLU |
|
Kâinat senfoni orkestrası |
İHTİYARLAŞAN günün, gittikçe solan güneşin zamana yenik düştüğü bir vakitti. Sıcakla ağırlaşan, buram buram bunaltan hava yerini serinliğe ve inşiraha bırakmış; küstürdüğü insanları sokağa çağırıyordu bir bir. Elimde okunmayı iştahla bekleyen yeni bir kitap, sakin bir köşe bulmak üzere sahilin en sonundaki kafeye gidiyorum. Gözlerden ırak bir masa seçtim kendime; denizle bakışmamızı kimsenin fark edemeyeceği… Biri omzumdan dürtüklemiş gibi hissettim; döndüm baktım. Gökyüzünde süzülürken meramlarını çığlık çığlığa anlatan martılar göz kırpıyordu bana. Hararetli bir sohbetin tam ortasında gibiydiler. Sanki hiç nefes almaksızın konuşuyor, ha bire bir şeyler anlatıyorlardı birbirlerine. Ağacın dalları arasında karşılıklı oturmuş, neşeyle ötüşen serçeleri fark ettim. Adeta martılarla yarış yapıyor, coşkuyla cıvıldıyorlardı. Anlatacak, dile getirecek ne çok kelâmları vardı; her birinin zikrinde deruni anlamlar saklıydı. Yüksek ve dik kayalıklara çarpan dalgaların haşmetli sesini işittim. Sıralanmış notalar gibi, belirli aralıklarla kıyıya geliyor, kayalara çarpıp geri dönüyorlardı. Mavisinden içeri dalıp gittiğim dalga sesleri görkemli bir müzik ziyafeti sunuyor, uzun bir rakdeye dalmış ruhuma dokunuyor, silinmez izler bırakıp gidiyordu. Ayağımın altında dolanan alacalı kediyi kucağıma aldım; gıdığından okşadım aheste aheste. Keyifle mırıldanıyor, gözlerini kısarak bana bakıyordu. Ne zaman okşamayı bırakacak olsam biraz daha devam etmemi isteyerek naz ile miyavlıyordu. Yan masada oturan çifti seyrettim. Ağlayan bebeklerini var gücüyle susturmaya çalışıyorlardı. Bebeğin ince, tiz ve ürkek sesi ne çok şey anlatıyordu anne babasına. Çaresizliğini ağlayarak dile getirirken merhamet hissi uyandırıyordu kalplerimizde. Yüzümü yalayıp geçen lâtif rüzgârın sesini duydum derin düşüncelere daldığım lâhzada. Dallarına sıkı sıkıya sarılmış yaprakları, balkonlarda asılı rengârenk çamaşırları, insanların kısa, uzun, düz, kıvırcık saçlarını ve boy boy eteklerini savurup hışırtıyla uzaklaştı aramızdan. Yaz yağmuru başladı ansızın. Bir anda kaçıştı herkes; kapalı ortamlara attılar kendilerini. Toprağa düşen katre katre yağmurun şıpırtısını dinlemek üzere bir başıma kaldım orada. Her bir yağmur damlası şıp sesi çıkarıyor; vazifelerini yapmanın bilinciyle, ardından bir diğeri, sonra başkası takip ediyordu onu. Kâinat muhteşem bir orkestraydı; beher varlıklar kendine has sesleriyle bu anlamlı müziğin bir notasını, ritmini yahut sözünü oluşturuyordu. Hadsiz nağmeler, envai sesler ve ulvî tesbihatlarıyla bir şölen sunuyorlardı hiç durmadan. Manidar, uyumlu ve ahenkli bir armoniydi dinlediğim. Yaratıcısından muhtebir seslerdi zikirleri, besteleri, serenatları. Bu muhteşem senfoniye kulak vermemiz için, bize seslenen Üstad’ın sözlerini hatırladım. “Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevâz.” Gün geceye devredene kadar uzun uzun dinledim. Hiç ara vermeyen bu olağanüstü kâinat senfoni orkestrasına istediğimiz anda istediğimiz yerde zahmetsizce ulaşılabiliyorduk. Penceremizi açtığımız vakit, kuşlar, yağmurlar, rüzgârlar karşılıyordu bizi. Ne belirlenen bir gün, saat vardı ne de temaşa etmemiz için ödeyeceğimiz yüklü ücretler… Biletler sadece bizim gören gözümüzde, işiten kulağımızda idi… 14.07.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (30.06.2010) - Umut toplayıcısı (23.06.2010) - Çocuk aklı işte (19.05.2010) - Geçmiş zaman olur ki (12.05.2010) - Acılar ve güller |