Selim GÜNDÜZALP |
|
İnci ile Sedef'in aşkı |
"Benim görevim ne zaman bitecek?” diye sordu. Sorusuna cevap alamadı. Belki de bu sorunun cevabını kendisi bulmalıydı. “Sıkılıyorum ama bu dar yerde…” dedi. “Bu karanlık bir gün bitecek mi?” Yine cevap yoktu, yine sustu. Cevabı kendisi bulmalıydı. Ama sorular kendini aşıyordu. “Ne olur bir şey söyle!” dedi. “Bu soruna cevap vermemem gerekir. Konuşmak mı, susmak mı? Hangisi daha iyi, onu düşünüyordum. Şimdi ne desem seni tatmin etmeyecek.” “Öyleyse sorular niçin?” dedi. “Sorular yaşamak içindir.” “Cevapsız sorular olur mu?” “Öyle düşünme, sorular cevaplardan önce yaşanır.” Dipten bir dalga kımıldadı. “Ne oluyoruz?” dedi. “Bilmem.” Belki de cevap buydu. “Gözler karanlığa alışınca, karanlık da ona aydınlık olur. Herkes kendi hayatını kendi içinde yaşar.” “Ama biz beraber yaşıyoruz” dedi. “Onun için cevap vermekten korkuyorum. Yaşa da gör diye zamana bırakıyorum.” “Ama…” dedi. “Ne olur üsteleme. Her ayrılanın ardından benden bir parça kopup gitti. Kalbimdi giden, beni de beraberinde götürdü. Yıllar yılı her içime giren, bu soruyu sordu. Kimse benimle beraber burada kalmayı düşünmedi. Karanlığın yurdunda beraber olmayı düşünmedi hiç. Işığı gören çekti gitti. Gitmekle kalsa iyi, benden de bir şeyler götürdü. Beni de götürdü. Bir çatlak belirir ve ışık içeri geçiverir. Her şeyde bir çatlak vardır ve ışığın girdiği yer de orasıdır. Ne olur biliyor musun sonunda? Önce içimdeki yanar, sonra ben ve sonra devamlı ben yanarım. O yandığını unutur. Çıkıp gitmiştir içimden artık. Işığı gördü ya, geriye dönüp hatırlamaz bile beni.” “Onun için mi zorlanıyorsun bizi içeri almakta?” “Evet, evet” dedi. “Sizde olan, bende yok. Onun için.” “Ama biz senin içinde oluyoruz ne oluyorsak,” dedi. “Görünüşte öyle. Ama sizi görünce beni hatırlayan yok” dedi. “Oysa kiminle berabersen ve kiminle gezersen onunla anılırsın değil mi?” “Sanki içimizden birinin âhını almış gibi konuşuyorsun. Öyle mi?” “Bilmem, olabilir, hiç düşünmemiştim bunu.” Dipten bir dalga daha geldi, bu defa çok güçlüydü. “Ne oluyor? Ne oluyor?” dedi. “Her şeyin bir vakti var. Belki bir adım, belki de çok çok ötelere doğru bir yolculuk bu.” “Beraber miyiz yine?” dedi. “Evet, evet, içimdesin şimdilik…” “Senin kalbin var mı?” “Bu soruyu sen cevapla istersen” dedi. “Zor ama…” “Zor soruyu sormak, senin görevin. Kolay cevabını da vermek benim görevim mi yani?” “Ne olur ama ne olur. Senin kalbin var mı?” “Bak sana bir öykü anlatayım. Bir zaman yalnız başına gezen bir tilki varmış. Bir akşam, ıssız bir sahilde, bir taşın kenarına oturmuş. Issız sahilde denize bakan bir tilki... Bir başka tilki de sahile yakın bir çam ağacının arkasına gizlenmiş. Tilki avazı çıktığı kadar bağırmış, söyleniyormuş: ‘Karadayım ama denizdeki bir dalga kadar şansım yok. Balıklar kadar bir şansım yok. Herkesin uyuyacağı, başını koyacağı bir yeri var. Benim hiçbir yerim yok. Benim derdimi bilen yok. Ah, derdimi bilen biri olsaydı da ona açabilseydim içimi. İçime girseydi de içimde yaşasaydı. Dışarıda kalmasa, dolaşmasa, üşümeseydi hiç kış günü. Güneşte kavrulmasaydı yaz günü.’ Ağacın arkasına saklanan tilki bu sözleri duyunca dayanamamış daha fazla. Kuyruğunu kuyruğuna değdirmiş erkek tilkinin, patisini patisine. ‘Gel’ demiş, ‘senin kalbin kaç kişilik bilmem, ama benim kalbim ikimize yeter…’ Ormanın kuytu köşelerinde sadece tilkiler arasında değil, maymunlar, yılanlar, kuşlar, çakallar arasında da anlatılırmış bu iki sevgili tilkinin hikâyesi.” “Niye anlattın şimdi bu öyküyü?” dedi. “Senin kalbin var mı diye sormuştun ya” dedi. “Benim kalbim sensin. Ama vakit yaklaştı, birazdan vedalaşacağız, ayrılacağız.” “Ben senin kalbinsem, birazdan çıkıp gideceksem, nasıl kalbin olurum ki senin?” “Boş ver, uzun hikâye… Kendi başına yaşayamayan, iki kişiyle hiç yaşayamaz.” “Ama ben senin kalbinsem ve birazdan çıkıp gideceksem sen yine yaşayacak mısın?” “Yıldızlar gündüz görünmez olur, gece tekrar parlar,” dedi. “Yarılmayan hiçbir şey yok. Sular da yarılır, gönüller de yarılır.” Bir dalga daha vurdu bu sefer. Soruların cevabı son dalgadaydı. “Evet, artık veda vakti geldi,” dedi. Kapımız çalındı, kalbimiz uğurlanacaktı. “Unutma,” dedi “Beni taşıyacaksın, beni temsil edeceksin. Her ne kadar sen kendi adınla anılacaksan da içimde geçirdiğin karanlık günlerin aydınlık günler olduğunu unutma. Dışarıdaki aydınlığın içinde yaşadığın karanlığın bir zerresine değişme onu.” “Benden sonra yaşayacak mısın?” diye sordu yine. “Bilmem, Allah bilir.” “Dilerim kalbine mukabil bir kalp bulunur” dedi. “İnşallah… Bugüne kadar hep öyle oldu” dedi. Ve yavaş yavaş kapısı açıldı, yükseldi, biraz daha yükseldi. Bir kenarda sahibini bekliyordu. 12.07.2010 E-Posta: [email protected] |