Basından Seçmeler |
Değiştirilemez maddeler ve halktan korkmak
Amerİkan Devrimi’nin en temel metni olan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı, Amerika’nın ‘kurucu babaları’ndan, bugünün Demokrat Parti’sinin başlatıcısı saymak gereken, Amerika’nın üçüncü başkanı Thomas Jefferson’un zaman zaman bu köşede alıntısını yaptığım çok önemli bir saptaması var. Jefferson’a göre, bir demokraside eninde sonunda iki temel parti oluşuyor: Halktan korkanlar partisi ve halktan korkmayanlar partisi. Bizde maalesef ‘halktan korkmayanlar partisi’ hep çok kısa süreliğine iktidar olabiliyor. İktidara ‘halktan korkmayanlar partisi’ olarak gelenler, bir zaman sonra halka güvenmemeye, halktan korkmaya başlıyorlar. Yani bizim siyasi partilerimizin neredeyse tamamı ‘halktan korkanlar partisi’ esas olarak. Ancak ‘halktan korkma’nın dereceleri var; partilerimiz bu derecelere göre sıralanıyorlar, ‘daha az korkanlar’ ve ‘daha çok korkanlar’ olarak. ««« İzninizle önce ‘halktan korkmak’ ne demek, onu anlatmaya çalışayım. Yoksa, ‘seçime gitmekten çekinmek, iktidarı kaybetmekten çekinmek’ gibi algılanır ‘halktan korkma’ kavramı. Thomas Jefferson’un söyleyişiyle ‘halktan korkmak’ aslında bizim için çok tanıdık bir kavram: Halkın reşit olmadığına, başıboş bırakılırsa şeriata veya komünizme sapacağına, halkın cahil insanlar topluluğu olduğuna, halkın birkaç uyanık kişi tarafından kolayca kandırılabilir biri olduğuna inanmak ‘halktan korkmak.’ Eh buna inanınca, sizin de halka ‘ağabeylik’ veya ‘babalık’ veya ‘velilik-vasilik’ yapmanız gerekiyor. Bizde sadece askerin ‘vesayeti’ olduğu söylenir ve inanılır ama aslında bizde vasiden bol bir şey yok. Bakın son olarak da Anayasa Mahkemesi vasimiz oldu; Anayasanın değiştirilmez ilkelerinin değiştirilmesi tehlikesine karşı bizi mahkemenin koruyacağı görüşü yaygın biçimde dile getiriliyor. Oysa en başta neden bizim Anayasamızda değiştirilemez ilkeler var, bunu sormak kimsenin aklına gelmiyor. Anayasaya değiştirilemez, DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ maddeler koymak, zaten halktan korkmanın dikalâsı değil mi? Yani bu halkı boş bırakırsanız ya davulcuya varır ya zurnacıya misali, kalkar rejimi değiştirmeye çalışır, diye düşünmüş olmalı Anayasa yazarlarımız. Halka rağmen cumhuriyet, halka rağmen demokratik, laik, sosyal hukuk devleti... Görüntü bu. Oysa bırakın, Osmanlıyı yeniden kurmayı, padişahı geri getirmeyi savunmak, şeriatı getirmeyi savunmak, komünizmi getirmeyi savunmak serbest olsun, bunların partileri kurulsun, kimin ne dediğini hepimiz bilelim. Bunlar serbest olsa göreceksiniz bu görüşlerin ne kadar marjinal kaldığını, yüzde 1 bile oy alamadığını, bütün korkuların yersiz olduğunu... ««« İnsanlar birkaç gündür boş boş konuşuyorlar. Özellikle de, referandumda hayır oyu verme kampanyası yürüteceği anlaşılan Cumhuriyet Halk Partililer. CHP’nin Anayasa değişikliklerine itirazı, bu değişikliklerin ‘Hukuk devleti’ ilkesini değiştirdiği veya zayıflattığı şeklindeydi. Oysa gerekçeli karar açıklanınca görülecek, mahkeme sınırlı iptallerle ilgili kararını ‘hukuk devleti’ ilkesine değil ‘demokratiklik’ ilkesine dayanarak verdi. Yani mahkemeye göre, değişikliklerin ‘hukuk devletine aykırı bir tarafı yok.’ Şimdi ‘halktan korkanlar partileri’nden istediğinizi seçin. AYM zaten halktan korkanlar partisi. Ama o bu sefer çok korkmamış. Buna karşılık CHP ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemeden bile daha fazla korkuyor halktan, ortadaki karara rağmen ‘Hukuk devleti elden gidiyor’ diyor veya demeye hazırlanıyor. Bir başka ‘halktan korkanlar partisi’ olan Milliyetçi Hareket Partisi ne diyor veya demeye hazırlanıyor? Onların da ‘hayır’ oyu için kampanya yapacakları anlaşılıyor ama MHP seçmenini ‘hayır’ demeye çağırırken ne diyecek? Bence fazla bir şey diyemeyecek, seçmeni üzerinde de yeterince etkili olamayacak. ««« Bizde halktan korkanlar sadece siyasi partiler, kurumlar veya köşe yazarları değil. Halkın bir parçası olan insanlar da halktan korkuyorlar. Bunlar da ‘Halk geldi vatandaş denize giremiyor’ diyenler. Tartışmaya hemen ‘Ama bu halk cahil, bakın ortalama eğitim süremiz 5 yıl bile değil’ diye başlarlar, kendi üniversite mezuniyetlerini öne çıkararak. Esasında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi de, halktan korkmaz gibi yapıyor ama korkuyor. Belki diğerlerine göre daha az korkuyor ama o da korkuyor; siyasetinin hiç değilse bir bölümünü bu korku üzerine bina ediyor, parti içi demokrasiyi engelliyor, partiden en ufak farklı görüş açıklayanı hemen ihraç ediyor, gizli oylamalarda bile inanılmaz bir disiplinle davranıyor. ««« Halktan korkmak, demokrasiden korkmak demektir; çok seslilikten, farklı fikirlerden korkmak demektir. Türkiye’nin temel korkusu budur.
İsmet Berkan, Radikal, 10.7.2010 |
11.07.2010 |
AYM, sistemin patronu
Anayasa Mahkemesi, son açıkladığı kararla, Türkiye’nin ciddi manada bir “anayasa sorunu” olduğunu bir kere daha ortaya koymuş oldu. Sorun, sadece iktidar ve muhalefet partileri arasındaki anlaşmazlıktan ya da AYM’nin kendisinden değil, bizzat sistemin ruhunun yazılı metne dökülmüş hali olan Anayasa’nın kendisinden kaynaklanıyor. İktidarı ve muhalefetiyle siyasi partiler, milletvekili ve diğer aktörler, sorunun kaynağından habersizlermiş gibi üç maymunu oynuyorlar. 7 Temmuz 2010’da AYM’nin ne yaptığına bakalım: 1) Henüz süreci tamamlanmamış bir kanuna baktı; meşhur benzetmeyle evlenmemiş bir çiftin boşanma davalarını ele aldı. 2) AYM, şekil açısından bir sorun olmadığını söyleyip iptal istemini reddetti. Bu, aslında yetkisi sadece şekil yönünden denetim olan Mahkeme’nin konuyu kapatması için yeter bir sebepti. Mahkeme burada durmadı ve Başkan’ın “bir tür itiraf” mahiyetindeki sözleriyle “esasa da girdi”. 3) Meclis’in yaptığı metin üzerinde ibare değişiklikleri yaptı, yani aslında “yeni bir yasa metni yazdı”, TBMM’nin asli yetki alanına açıkça müdahale etti. 4) Gerekçesiz karar açıkladı. 5) Son derece sofistike bir mühendislik yapıp önümüzdeki dönemin muhtemel siyasi gelişmelerine ince ayar çekti. AYM’nin başörtüsüyle ilgili kararları; 367 garabeti; 10. ve 42. maddelerin iptali ve parti kapatmalarıyla ilgili verdiği kararlar ve yaptığı yorumlar, sisteme güçlü bir aktör olarak müdahalesine apaçık örneklerdi. Üye seçiminde TBMM’nin öngördüğünün aksine Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya üye seçilmesini düzenleyen maddede üye seçecek kuruluşların gönderecekleri üyelerle ilgili sayısal rötuşlar yapmak; Cumhurbaşkanı’nın HSYK’ya iktisat, siyasal bilim dallarıyla üst kademe yöneticileri arasından üye seçmesine ilişkin ibareyi iptal edip, üyeleri hukukçu akademisyenler ve avukatlar arasından yapılacak seçimle sınırlamak, kısaca metinde ibare değişiklikleri yapmak dilbilimcilerin teyit edeceği üzere, “alternatif metin” yazma anlamına gelir. Böylelikle AYM, “yasaya karşı yasa” yapmış, TBMM’nin karşısına kendini yasa yapma yetkisiyle konuşlandırmıştır. İşte vahim olan budur ve bu parlamenter/demokratik sistemin hakikatte nasıl artık kendini gizleme ihtiyacı hissetmediği bir vesayet altında olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Mahkeme, yasal sınırlarını aşıyor, ama ona uygulanacak bir müeyyide ve merci bulunmuyor. AYM “kurumsal asabiyet”le sistem içindeki konumunu tahkim etmiş, bürokratik merkezin aktörü olarak, gerektiğinde 73 milyonun temsilcisi olan Meclis’in üstüne çıkabileceğini göstermiştir. Yeni düzenleme bu haliyle 12 Eylül referandumundan geçse bile yapısal değişiklikler olmayacak, yeni gelenler bu gücün tadını alınca bugünkü üyelerin yaptıklarını yapacaklardır. Makamların sağladığı güç yozlaştırır. Siyasi partiler ve milletvekilleri acınası tepkiler vermişlerdir. AK Parti açısından baktığımızda, 8 yıllık bir dönemde (ilk dönem 368 milletvekili, ikinci dönemde yüzde 47 oy desteğiyle yeni bir anayasa yapamamış, halka “bununla yetinin” demiştir; CHP, MHP ve BDP ‘hukuk devleti dersi’nden sınıfta kalmışlardır. AYM, 1961 ve 1982 darbe anayasalarından gücünü alarak TBMM’ye ortak olmakta, her yasal ve anayasal değişiklik teklifini “değiştirilemez maddelere irca edip” iptal edebilmektedir. Bu, Türkiye’nin silbaştan yeni ve sivil bir anayasaya ihtiyacının olduğunun ifadesidir. AYM’nin “siyasi mühendislik” yaptığından söz ettim. AYM, tam veya kısmi iptal kararı verseydi, AK Parti seçimlerde yüzde 50’nin üstünde oy alırdı. AK Parti’nin “dilek ve temennisi” iptal kararıydı. Mahkeme, referandum yolunu açarak bunu önledi. Öyle ince bir taktik izledi ki, hem iktidar partisini susturdu hem esasa girerek ve yasa yaparak sistem içinde, yani kuvvetler ayrılığı piramidindeki tepe konumunu pekiştirdi. Bundan sonra yasama ve yürütme, yargı bürokrasisinin altında iş görmekle yetinecektir. Sistemi kontrol eden işletme bürokratik merkezindir, ama görünürdeki patron Anayasa Mahkemesi’dir.
Ali Bulaç, Zaman, 10.7.2010 |
11.07.2010 |
Türk kanlılar ve Türk kansızlar
Demek dünya ikiye ayrılıyormuş: Türk kanlılar ve Türk kansızlar. Çok tuhaf! Tarife göre şu Türk kanlılar enteresan insanlar; orduları hakkında en ufak bir eleştiriyi akıllarına bile getirmiyorlar bir kere. Ordunun içinde darbe planları yapan ya da yolsuzlukları dillendirenlere karşı geçici bir körlük yaşıyorlar. Öte yandan yalnızca diğer Türk kanlılardan oluşan bir dünya istiyorlar etraflarında. Ermeni ve Rum kanlıları zaten ya kovmuş ya yok etmişler. Kürt kanlılara da ‘ben seninle yaşamak zorunda mıyım arkadaş?’ diye sorabiliyorlar. Üstelik bunları ‘Kanın lafı mı olur? Sen de Türksün ben de Türk’ mottosuyla yapıyorlar. ««« Bu ülkede ırkçılık yoktur, diyenler ırkçılığı bir çeşit müzik türü zannediyorlar anlaşılan... ««« Dostlar, bu ülkede dünyada devri kapanmış bir ırkçılık var ve giderek de yayılıyor! Ordunun tepesindeki isim ‘Türk kanı’ndan bahsediyor, en büyük gazetelerden birinin en etkili yazarı ‘Türkler sağa, Kürtler sola’ diyebiliyorsa hangi ortak kimlikten, hangi açılımdan, hangi ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ masalından bahsedebiliriz? ««« Böylelerini dinledikçe insanın kan nakli yaptırası geliyor!
Nagehan Alçı, Akşam, 10.7.2010 |
11.07.2010 |