Faruk ÇAKIR |
|
Hata mümkün, ısrar yanlış |
Müzmin dertlerimizin başında yer alan terör konusunda herkes bir ‘reçete’ sunuyor. Ama bu reçetelerin ne kadarının derdimize derman olabildiği tartışmalı. Polis Akademisi Uluslararası Terörizm Merkezi’nde (UTSAM), yeni bir çalışma yaparak terörün sebep ve çareleri üzerinde durmuş. Çalışmada, terör örgütüne katılımların sebebi olarak, bölgede çalışan devlet görevlilerinin hataları gösterilmiş. (Cihan, 11 Temmuz 2010) Merak ediyoruz, UTSAM’ın çalışmasının başka noktalarına itiraz edenler olsa bile, bu tesbite itiraz edenler çıkabilir mi? Hadiseye hangi cepheden bakılırsa bakılsın, terörün başlaması, kök salması ve ‘belâ’ haline gelmesinde devlet görevlilerinin büyük ‘hata’sı vardır. Ancak, bu hatayı sadece “bölgede çalışan”larla sınırlı tutmak bizi doğru neticeye ulaştırmaz. Elbette en büyük pay onlara aittir, ama bölgede görev yapanlar, oraya kendi tercihleriyle değil, “merkez”den, tayinle gittiğine göre kabahatin büyüğü de “merkez”deki yöneticilerde aranmalıdır. Raporda, eğitim düzeyindeki düşüklük, sosyo-ekonomik olumsuzluklar ve uzun yıllardır süren devlet ile vatandaş arasındaki güven problemleri, bölgede Kürt milliyetçiliğini yükselten temel sebepler olarak sıralanmış. Hakkâri’de çalışan bir doktor, ‘tablo’yu şöyle özetlemiş: “Devlete kızgınlık, eskiden yapılmış yanlışlar, köy boşaltmalar, boşaltma esnasında askerin gelip tehdit etmesi, aşağılaması, babayı çocuklarının yanında aşağılama, kişilerde büyük bir nefret ve öfkeye neden olmuştur.” Aynı araştırmaya göre halk, devlet baskısı ile örgüt baskısı arasında sıkışmış durumda. Elbette bu tesbitler ilk defa yapılan tesbitler değil. Değişik tarihlerde, birbirinden farklı siyasî kanaatlere sahip olan kişi ve kuruluşlar da benzer tesbit ve teklifleri gündeme taşımışlardır. Çünkü hakikat bu, bazıları hatırlatılmasını istemese de gerçekler böyle. Bu tablolar, konu ile ilgili olarak hazırlanan ‘film’lerde de canlandırılmış durumda. “Güneşi Gördüm”de de bu sahneler yok muydu? “Bunlar film icabı yapılan şeyler, gerçekte böyle şeyler olmadı” diyen anlayış; işlerin düzelmesine en büyük engel. O halde ne yapmalı? İlk adım olarak “hata” yapıldığı, kabul edilecek. Sonra da bu ‘hata’ların tekrarlanması kesin bir tavırla engellenecek. Bölgede görev yapan ve ‘devlet’i temsil eden kişiler kılı kırk yaracak, her hareketlerine dikkat edecek. Yaraları kaşımak ve kanatmak için değil, ‘tedavi’ için orada olduğunu bilecek. Böyle bilmeyen ve davranmayanlara orada vazife verilmeyecek. Israr edenlere “büyük şehirlerde düşük maaşla geçinme cezası” niyetiyle -meselâ- İstanbul’a sürgün edilecek! “Hayır, biz hiç yanlış yapmadık. Bizim memurumuz yanlış yapmaz, işini bilir. Orada yaşayanlar doğuştan kabahatlidir” diyerek bir yere varılamayacağı bari bu araştırmadan sonra anlaşılsa. Anlaşılsa da, başarısız olanlar “Seni o bölgeye sürdürürüm” diye tehdit edilmese. İnsanoğlu ‘hata’ yapar, ama hatada ısrar insanlığa yakışmaz. Yanlışta ısrarı bir yana bırakalım ve samimiyetle ‘doğru çözüm’ noktasında buluşalım... 12.07.2010 E-Posta: [email protected] |