Faruk ÇAKIR |
|
“Esas” mesele |
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa değişikliği paketi”yle ilgili olarak aldığı son kararla yeni bir safhaya girildi. Buna göre 12 Eylül 2010’da sandık kurulacak ve referandum yapılacak. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bu karar sonrası değişik siyasî görüşlere mensup siyasetçi ve ‘uzman’ların birbirinden farklı değerlendirmeler yapması dikkat çekti. Ancak ‘ortak’ sayılabilecek bir değerlendirme var. Buna göre Anayasa Mahkemesi değişiklik paketine ancak ‘şekil’ yönünden bakabilecekken; bunun yerine ‘esas’a girmiş ve yetkisini aşmış, daha doğrusu ‘olmayan bir yetki’ kullanmış durumda. NTV’deki değerlendirmesinde bu konuya özellikle dikkat çekenlerden biri de Tarhan Erdem oldu. Hatırlamak lâzım ki, Erdem; bir dönem CHP’de yöneticilik yapan bir isim. Dolayısı ile mahkemenin ‘olmayan yetki’sini kullanarak aldığı benzer kararlarını alkışlayan CHP’den farklı düşünüyor. Hatta, hükümet cenahının, mahkemenin bu tavrını gözden uzak tutan yaklaşımına da itiraz ediyor. Şunu kabul etmek lâzım ki, çeşitli kurum ve kuruluşlar ‘olmayan yetkiler’ini kullanarak Türkiye’yi içinden çıkılmaz hâllere sokuyorlar. Meselâ, silâhlı bürokratlar kanun önünde ‘meteoroloji bürokratları’ndan farksız oldukları hâlde Türkiye’nin iç ve dış politikasıyla ilgili ‘önemli’ açıklamalar yapıyorlar. O açıklamaları dinleyen vatandaş, “Acaba haberimiz yokken Türkiye’de ‘sistem’ mi değişti?” ya da “Haberimiz olmadan birileri Cumhurbaşkanı mı oldu?” diye düşünebilir. Anayasa Mahkemesi’nin fiilî durum yaparak kanunların vermediği yetkiyi kullanması çok ciddî bir problemdir. Siyaset kurumunun bu durumu masaya yatırması ve benzer ‘yetki aşımları’na mani olması gerekir. Bunun kalıcı yolu da her hâlde yürürlükteki 12 Eylül darbe anayasasını tamamen değiştirmekle mümkün olur. Mahkemenin bu tavrına bütün siyasî partilerin itiraz etmesi beklenir. Çünkü iktidardaki parti bugün var, yarın olmayabilir. Mahkemenin bu tavrı, “TBMM yeni ve sivil bir anayasa yapamaz” anlamına da gelir. Oysa Türkiye’nin AB üyesi olması bile yürürlükteki darbe anayasasının tamamen devreden çıkmasıyla mümkündür. O hâlde, mahkemenin bu tarvı iyice tahlil edilmeli ve tekrarlanmaması temin edilmelidir. Mahkemenin bu ve benzeri kararları, “TBMM ‘darbeciler’in yaptığı anayasayı değiştiremez” şeklinde de okunabilir. Peki böyle bir tavrı; Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüştürmek mümkün müdür? Hür ve demokrat ülkelerde kanunları ve anayasayı meclisler yapıyorsa, Türkiye’de bu hak nasıl gasp edilebilir? “Ayrıntı”ları bir yana bırakıp, bu “esas” mesele üzerinde durmakta fayda var. Tekraren hatırlatmak gerekir ki; bu problem bir partinin değil, TBMM’de bulunsun bulunmasın bütün siyasî partilerin derdi olmalıdır. Çünkü bugün TBMM dışında olan partiler yarın bir gün TBMM’de milleti temsil ettiklerinde benzer müdahalelerle karşılaşabilir. Prensipleri savunmak adına, mahkemenin bu yanlışına kesin bir dille ‘yanlış’ demek ve millet iradesini üstün tutmak gerekir. Bu vazifenin; öncelikle iktidarda ve TBMM’de temsil edilen partilerde olduğu da unutulmamalı... 09.07.2010 E-Posta: [email protected] |