Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Rötuşlu paket ve sonrası |
Anayasa Mahkemesi, anayasa paketi için kararını verdi ve referandumla ilgili belirsizlik böylece ortadan kalktı. 12 Eylül’de paket, AYM’nin rötuşladığı haliyle oylanacak. Bilindiği gibi, paketin üç kritik maddesinden, parti kapatmayla ilgili olanı Mecliste düşmüştü. Diğer iki maddede de AYM, esasa girerek rötuş yaptı. Ancak bu basit gibi görünen rötuşlar, işin esasını ilgilendiren önemli sonuçlar doğuracak. Özellikle AYM ve HSYK üyeliklerinde Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca belirlenecek adaylar için “tek adaya oy verme” şartının iptali ile, bu iki kuruma verilen kontenjanlar, yine Yargıtay ve Danıştay’daki çoğunlukça doldurulacak. Adalet Bakanının AYM kararını “Bizim modelimizde çoğulcu yapı vardı, ama iptalden sonra oluşan tablo çoğunlukçu yapıyı teşvik edecek; bu da orta ve uzun vadede daha sağlıksız bir yapıyı getirecek” diyerek eleştirmesi bunun ifadesi. Üye sayısı 11’den 17’ye çıkan AYM ile 7’den 22’ye çıkan HSYK’da 5’er asıl ve 5’er yedek üye, yeni düzenlemede de, şimdiki halde olduğu gibi Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından seçilecek. Paketle gelen ve AYM’den vize alan yeniliklerden biri, AYM’ye üye seçiminde üç kontenjanla Meclisin devreye girmesi. HSYK’da ise Meclis yok. Buna karşılık, 7 asıl üye ile birinci sınıf adlî ve 3 asıl üye ile birinci sınıf idarî yargı hakim ve savcılarına kontenjan verilirken, 4 asıl üyeyi hukukçu öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanının belirlemesi kuralı getiriliyor, bir üyeyi de Adalet Akademisi Genel Kurulu seçiyor. Kalan iki üye Adalet Bakanı ile Müsteşarı. Bu teknik detayların pratikteki anlam ve sonucunu “İktidar yargıyı da ele geçirecek” şeklinde takdim eden CHP, “hayır” kampanyasını başlattı bile. Zaten paketi AYM’ye götürmesinin en önemli gerekçesi de buydu, ama iddiasının mahkemede kabul görmemiş olması, elini zayıflatacak gibi. Buna karşılık, AYM’nin bu iki kritik maddede esasa girerek rötuş yapmasına iktidar cenahınca gösterilen “Yine yetkisini aştı” tepkisi, asıl neşter ve çözüm bekleyen problemin hâlâ devam ettiğini bir defa daha gözler önüne sermiş oluyor. Yani, onca emek ve enerji harcanan anayasa paketi de işin o cihetine çözüm getirecek bir niteliğe sahip değil. Dolayısıyla, referandum kampanyasında paketi “büyük bir demokrasi hamlesi ve reformu” olarak sunmaya hazırlanan iktidar partisinin tavrı da gerçeklerle örtüşmüyor. Ve “Bu kadar uğraşılıp büyük masraflarla referanduma götürülen bir paket keşke demokrasinin önünü açacak daha esaslı ve kapsamlı bir içeriğe sahip olsaydı” diye hayıflanmaktan kendimizi alamıyoruz. Ardından, “Toplumda giderek güçlenen demokrasi ve hukuk talebini, yamalı bohçaya dönmüş bir ihtilâl anayasası üzerinde yapılacak makyaj ve rötuşlarla karşılayıp tatmin etmek artık mümkün değil; bu sebeple, sıfırdan, AB kriterlerine uygun, yeni, sivil ve demokratik bir anayasa daha fazla geciktirilmemeli” diyoruz. Dolayısıyla, bu paket 12 Eylül referandumunda halkın onayını alıp yürürlüğe girdiği takdirde, “Reform reform diyordunuz, işte yaptık” kurnazlıklarına konu edilip, yeni anayasa talebinin önünü kesme gerekçesi olarak kullanılmamalı. Tam tersine, o hedefi gerçekleştirme yönünde daha güçlü bir irade ve inisiyatifin geliştirilmesine vesile kılınmalı. Hattâ önümüzdeki genel seçimin bir numaralı kampanya konusu, yeni anayasa olmalı. Her parti kendi anayasa projesiyle seçmenin karşısına çıkmalı ve seçimden sonra bu projelerin ortak noktalarını bir araya getiren, uzlaşmaya dayalı bir anayasa reformu gündeme taşınarak bu iş artık olumlu bir sonuca bağlanmalı. Unutulmasın ki, sağlam, köklü ve kapsamlı bir demokratikleşme geciktikçe faturası da büyüyor. Mevcut siyasî tablodaki aktörlerin bunu başarabilecek bir zihniyet yapısına sahip olup olmadığı ayrı konu. Ve bu noktada ciddî soru işaretleri var. Temennîmiz, siyasetin bu durumdan artık çıkıp, toplumun taleplerine cevap verecek hale gelmesi. 09.07.2010 E-Posta: [email protected] |