Görüş |
Keşfedilmeyi bekleyen ‘Emre’ler
(Yunus Emre Karaaslan’ın vefatına binaen...)
İnsanların sonsuz hayalleri vardır. Devletler kurar, hükümetler yıkar, şirketler oluşturur, büyük makamlara oturtur kendini. Biri bitmeden başka bir hedefe yönelir. Emeller ve isteklerinin haddi yoktur. Ölüm mü? O hiçbir zaman hayallerde kendine yer bulamaz. Yapılan hesaplarda ölümün adı geçmez. Ölüm hiç de sıcak bir kelime olarak karşısına çıkmaz insanın. Hep soğuk gelmiştir insana. Mezarlığa bakan evler rağbet görmez olur, kabristan mecbur kalmadıkça uğranmak istenmeyen bir mekân haline dönüşür insanın gözünde. Çünkü ölümde ve ölümü hatırlatan her şeyde lezzetleri acılaştıran bir tehlike vardır her zaman. ‘Ölümü düşünse başkasına verir.’ Taşınanın yerinde kendini farz etse uzak bir ihtimal olarak fazla kıymet vermez. Zaten dillendirse hemen onu da bir yel alacaktır. Ölmek için her zaman genç sayar kendini. Hani ölmek için yaşlı olmak gerekir ya. Ölümün ideal bir yaşının olmadığını bile bile hesaplarını ölümün gelmeyeceğini farz ederek sürdürür. İstatistiklerdir çoğu zaman insanı aldatan. İnsanların işte yüzde şu kadarı falan yaşta ölüyor olması da bu hakikati değiştirmiyor. ‘...’nın beklenmedik ölümü’’ diye başlayan cümlelerin yanlışlığıdır insanı gaflete atan. Hangi ölüm beklenir ki? Daha kesilecek çok karpuz, yenilecek çok yemek, gezilecek çok yer, yapılacak dünya kadar iş, girilecek çok sınavlar vardır. İşlerin sırasında, program akışında ölüme hiç rastlanmaz. Beklenmeyen ve istenmeyen bir misafirdir. Kapılar sürgülense de önce kapıyı çalar, açılmazsa zorla içeri giren bir misafirdir o. Gaflete daldığım bir sırada Yunus Emre kardeşimin kaza-vefât haberiyle irkildim. Ölümü ilk defa bu kadar yakından hissettim. Ölenin yakınlığıydı bana ölümü yakınlaştıran. Gerçeği kabullenmekte zorlanıyorsunuz. Telefonu kapattıktan sonra bu ‘’bir şaka olabilir mi?’’ diye geçirdim içimden. Ama nafile. Daha sonra vefât haberini arkadaşlara haber verirken, aynı düşünceyi onlardan duyunca bunun sadece benim için geçerli olmadığını anladım. ‘’Şaka falan olmasın’’ diyorlardı bazıları. Yahu diyordum, ölümün şakası mı olur? Bir yandan üzülüyordum. Bu şekilde kazayla, aniden, vedalaşmadan, ‘haber vermeden’ göçüp gittiği için. Üzülüyordum çünkü ilerleyen yıllarda hizmette beraber olmanın planları yarım kalıyordu. Daha yapacak çok şeyimiz vardı. Bir yandan seviniyordum. İmanla kabre girdiğine müşahade eder gibi emindim. Yedi sene önce onu lisedeyken tanıdığım hâlinden ve son bir ay önceki okuma programında bizi yalnız bırakmayan Emre profiline kadarki halinden bunu rahatlıkla diyebiliyordum. Olsaydı, ona çok sevdiği gofret ve bisküvi alacaktım. Programda beraber yediğimiz bir kutu gofret ve bisküvilerden ebedî âlemde, cennette çokça yiyecektir İnşallah. Yazıdan maksadım Emre’yi tarif etmek değil. Zaten buna pek gerek de yok. Bir insanı iki satıra nasıl sığdırabilirsiniz ki? İnsanları kaybetmeden önce kıymetlerini bilip herkese lâyık olduğu değeri vermeliyiz. Elimizden çıktıktan sonra değeri anlaşılan bir çok hakikat gibi, çevremizde tanımamız gereken daha nice Emre’ler vardır. Onları yitirmeden keşfetmesini bilmek lâzım. Allah kabrini pür nur eylesin. Berzahta suallere Hafız Ali gibi, Meyve Risâlesinden cevaplarla cevap verdirsin. Ailesine de sabr-ı cemil ihsan eder İnşallah.
BİLÂL NACİR [email protected] |
09.07.2010 |