Cevher İLHAN |
|
Meclis devreye girmeli… |
Ankara’da “Anayasa değişiklikleri” ekseninde yoğun siyasî tartışmalar yaşanıyor. Haftalarca süren “görüşme ve randevu” politik polemiklerinin ardından, en son Başbakan Erdoğan’ın siyasî partilerin liderlerine mektup yazıp bu hafta içinde görüşeceğinin açıklanması üzerine, gözler bu buluşmaya çevrildi. “MHP ve BDP ile görüşmeyeceği” bildirilen Erdoğan’ın parti başkanlarıyla yapacağı görüşmede, her ne kadar görüşme üst başlığı “terör ve terörle mücadele yöntemi” olarak bildirilse de, birçok iç ve dış konunun gündeme geleceği konuşuluyor. Bunların başında şüphesiz referandum geliyor…Gerçek şu ki her ne kadar başta Anamuhalefet olmak üzere Meclis’teki partiler peşinen “hayır” oyu vereceklerini ve boykot edeceklerini söyleseler de, siyasî partilerin hiçbiri noksan da kalsa hak ve özgürlükleri bir nebze olsun düzenleyen “Anayasa değişikliği paketi”ne temelde karşı değil. Gelinen noktada, -Mahkemenin Meclis’in yasama yetkisini gasbı ve esastan metne girmesi tartışmaları bir yana- özellikle Anayasa Mahkemesi’nin itiraz konusu iki maddedeki “kısmî iptal”le talepleri doğrultusunda yaptığı değişikliklerle muhalefeti kısmen memnun ettiği de biliniyor. Karşılıklı siyasî atışmalara rağmen, iki maddenin dışındaki bütün maddeleri kabul eden iktidar ve muhalefetin, biraz gayretle Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakkındaki bu iki maddede de bir uzlaşmaya varacağı bir gerçek…
DEMOKRATİK DEĞERLERE HALKOYU! Bu bakımdan, 25 maddede mutâbakata varılan “paket”in tartışmalı iki maddesinde AB’nin öteden beri bildirdiği “yürütmenin yargıya müdahâlesini engellemek adına Adalet Bakanı ve Müsteşarının Kurulda bulunmaması” gibi bazı rötuşlerle “paket” referanduma gerek kalmadan Meclis’ten “ortak bir tasarı” olarak 367’yi aşan oyla Meclis’ten geçirebilir. 100 trilyonu aşan harcamayla âdeta bir seçim gibi başta terörle mücadele olmak üzere diğer hayatî konulara sarfedilecek Türkiye’nin siyasî enerjisini hebâ etmeden demokratik envantere eklenebilir. Esasen demokratik bir ülkede insan hakları ve hürriyetlerinin “laiklik ilkesi”ne ya da “hukuk devleti”ne aykırı addedilmesi, hak ve özgürlüklerin referanduma götürülmesi, abesle iştigaldir. Demokrasinin vazgeçilmez şartı olan demokratik hürriyetçi değerlerin oya sunulması, başlı başına bir garâbettir… Müslümanların inançlarını yaşama ve yayma hakkına karşılık İsviçre’de sırf ifsad komitelerinin tahrikiyle İslâmî sembollere düşmanlıktan kaynaklanan “minâre yasağı”nın veya “yapımının” referanduma sunulmasının büyük eleştiriler alması, buna açık bir misal. Kaldı ki referandum, demokratik hakların edinilmesi için yapılmaz; sâde, basit, çok fazla ayrıntıları ihtiva etmeyen, anlaşılır ve iki seçenekten oluşan hususlar hakkında halkoyuna gidilir. Doğrusu, üzerinden 28 yıl geçtiği halde Türkiye’nin hâlâ darbe anayasasıyla yönetilmesi en büyük ayıbı. Bu açıdan referandumun neyi getirdiği ve Türkiye’nin demokratikleşmesine ne ölçüde sağlayacağı tartışmalarının bir tarafa bırakılıp, “demokratikleşme ve özgürlüklerde ne elde edilse kârdır” anlayışıyla herkesin katkıda bulunması gerekiyor.
UZLAŞMA VE AKL-I SELİM Anlaşılan o ki AKP, referandumu seçmen nezdinde siyasî rant aracı olarak istimalle, politik dille seçim provasına çevirme stratejisi muhalefeti tahrik ediyor. Buna karşı iktidarın icraatlarını, ekonomik kriz ve hayat pahalılığından terörle mücadeledeki başarısızlığa, memur, işçi, emekli, esnaf, köylü-çiftçi gibi geniş kesimlere yönelik propagandayla hükûmete güvenoyuna dönüştürme peşinde. Böylece, hak ve özgürlüklere dair “paket”, siyasî kapışmayla kamplaşma ve kutuplaşma aracı haline getiriliyor. Oysa “paket”in yasallaşmasının kavurucu yaz mevsiminde, mübârek Ramazan ayına rastlayan dönemde bir yığın maddî-mânevî masraflı referandumla yapılmasına gerek yok. Bu açıdan, “Anayasa Mahkemesi temel maddeleri iptal etmemiş, bir bakıma yasama organının irâdesine itibar etmiştir. Sonuçta Meclis’in metin ortadan kalktığına göre tartışılması gereken bu yeni metnin referanduma konu olup olmayacağıdır” diyen Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un, “Yeni metnin referanduma sunulması için yeni bir anayasa kararı daha gereklidir” tesbiti, kayda değer. “Türkiye’nin sırtına yüklenen referandumun zor bir süreç” olduğunu, “bu süreçte çıkacak tartışmaların, propagandaların ve gerginliklerin terörle mücadeleye engel olacağına” dikkat çeken DP Genel Başkanı’nın, hükümete Mahkemenin kararıyla yetinip “referandumdan vazgeçmesi” önerisi, bu açıdan oldukça önemli… Hukukçular Yüksek Seçim Kurulu’nun kararının gerektiğinden bahsediyorlar. Gelinen noktada, en mâkulü referandum yerine Meclis’in devreye girmesi. Başbakan’ın parti başkanlarıyla görüşmesinde bu hususta hâlâ uzlaşmaya varılabilir. Siyaset, siyasî hesaplar ve oy devşirme uğruna inadına mübârezeyi bırakıp, akl-ı selime itibar etmelidir. Demokrasinin kazanımı için… 12.07.2010 E-Posta: [email protected] |