Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Şefkat kahramanları-24 |
Sıddıka Kartal (1911–11 Ağustos 1999) ve Zeynep Eskiköy
Git o çocuğu yerden kaldır!
Bediüzzaman Hazretleri, Denizli Hapsinden sonra 1944 yılında sürgün olarak gönderildiği Emirdağ’da sıkıntılı günler geçirir. Daima göz hapsinde tutulur. Mahkemede beraat etmesine ve eserlerinin iadesine rağmen eskisinden daha sıkı bir kontrol altındadır. Kapısından bekçi eksik olmaz. Hakkında kat’i imha kararı alınmıştır. Mektuplarında ifade ettiği gibi Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısını, bazen bir günde Emirdağ’da çeker. Emirdağ ahalisi bütün olanlara şahittir ve çoğu da Nur’lara sahip çıkar. Bolvadin’den Emirdağ’a iş maksadıyla göç eden Kartal ailesi de bunlardan bir tanesidir. Daha önce hatıralarını sizlere aktardığımız Nuran Durgut’un hatıralarından bu aileyi hatırlayacaksınız. Gazetede Şefkat Kahramanları’nda çıkan yazımızı Nuran Durgut ile değerlendirdiğimizde, ablasının da hatıraları olduğunu söyleyince irtibata geçtik. Aşağıda okuyacaklarınız, o dönemlerde küçük bir kız çocuğu olan Zeynep Eskiköy ile 27 Haziran 2010’da Pendik Kaynarca’daki evinde gerçekleştirdiğimiz sohbetten anekdotlar içermekte. 1947 Bolvadin doğumluyum. Babam Süleyman Kartal iş bulma maksadıyla ben daha bebekken Emirdağ’a göç ediyor. Eşyaları kamyona dolduruyorlar, ailecek Emirdağ’a gelirken yolda Kapaklı diye bir konaklama yerinde duruyorlar. Ağaçlı, çeşmeli bir yer. Üstad Hazretlerinin taksisi de biraz sonra gelip, duruyor. Üstad Hazretleri Emirdağ’dan Isparta’ya gidiyormuş. Üstad orada abdest alır, namaz kılarmış. Orada bulunanlar Üstad Hazretlerini tanıyanlar, dua almak için hemen yanına gidiyorlar. Annem Üstad Hazretlerini tanıdığı için babama “Git, sen de Bediüzzaman Hazretleri ile tanış, ondan dua iste” diyor. Babam Üstadın yanına gidiyor, elini öpmek istiyor. Üstad Hazretleri elini öptürmezdi. Cübbesinin üzerinden dirseğini öpüyor babam. “Çocuklarım var. Bolvadin’de iş yok. Kalfa olarak belediyeden ayrıldım. Emirdağ’a iş bulmaya gidiyorum” diyor, halini anlatıyor. Üstadımız “Emirdağ’da senin işin hazır!” diyor. Gerçekten de babam Emirdağ’a geldikten on gün sonra iş teklifi alıyor. Boş bir hanı işletmesi için onu çağırıyorlar. Babam hancı idi. Tabi şimdi ‘han’ diye bir şey kalmadı. O zamanlar hanlar şimdinin 5 yıldızlı otelleri gibi hizmet verirler, yolcuları ağırlarlardı.
Annem Sıddıka Kartal
İlginçtir, annem Sıddıka Kartal Risâle-i Nur’ları babamdan önce tanımıştır. Annem “Taktak”lar ailesinin kızıdır. Annemin dayıları Üstad’ı önceden tanıyorlarmış. Daha evlenmeden önce rahmetli Hacı Şükrü dayım (Said Taktak’ın dedesi) Hacı Mehmet dayım gelir, annemlere Risâle-i Nur’ları Üstadımızı anlatırmış. Annem de merakla dinler içinden “Görsem keşke onu” diye geçirirmiş. Küçüklüğümde dayılarımız, anneannem evde hep Risâle-i Nur’dan bahsederlerdi. Bolvadin’de Şahide Yüksel ki biz ona Şadiye Anne derdik hanımlara Risâle-i Nur dersleri yapar, annem de o sohbetlere iştirak edermiş. Annem Risâle-i Nurları, Cevşen’i, Bediüzzaman Hazretlerini bu sayede daha yakından tanıyor. Çocukluğumda annemin yanında, onun arkadaşlarıyla yaptıkları sohbetlere giderdim. O sohbetlerde Üstadımızın Eskişehir, Denizli, Afyon Mahkemelerindeki savunmaları, Emirdağ’da, Bolvadin’de Üstadımıza reva görülen hareketler hanımlar arasında hep anlatılır, “Dua edelim!” denirdi. Annemin dizlerinin dibine sokulur, arkadaşlarıyla konuşmalarını dikkatle dinlerdim. Üstad Hazretleri kır gezmelerine çıkardı. “Keçili” diye bir yer vardı. Oraya hava almak için arabayla giderken, hanımızın önünden geçerdi. Bizim evimiz de hanın hemen yanı başında olduğundan arabasını geçerken görür, hemen anneme haber verirdik. Annem hemen şalvarını, atkısını giyer, arkadaşlarına haber vermeye giderdi. Annemle arkadaşları Üstad Hazretlerinin arkasından kıra çıkıp onun duasını almak için can atarlardı. Cuma günleri beyaz, diğer günler siyah cübbe giyerdi Üstad Hazretleri. Üstad Hazretleri Emirdağ’dan başka bir yere giderken, Zübeyir Ağabey evin anahtarını büyüklerimizden birine bırakırdı. Annemler gidip anahtarı alır, arkadaşlarıyla Üstadımızın evini temizlerlerdi. Şahide, Firdevs, Pakize Anneler… Biz çocuklar da onlarla birlikte giderdik. “Aman kimse duymasın!” diye de dikkat edilirdi. Tahtaları, merdivenleri siler, perdeleri, örtüleri, çorapları, kıyafetleri hep beraber yıkarlardı. Biz çocuklar gider güğümlerle su taşırdık. Şimdiki rahat şartlar yoktu o zamanlar…
Git o çocuğu yerden kaldır!
Üstadımızı her zaman görürdük. Bir seferinde annem beni ve ağabeyimi su doldurmak için erkenden uyandırdı. O zamanlar 5-6 yaşlarındaydım. “Bugün Cuma. Bediüzzaman camiye gider. Onu görür, duasını alırsınız. İbrikleri de doldurun!” dedi. Gittik, eve su taşımaya başladık… Cuma vakti geldi, namazlar kılındı. Emirdağlılar caminin önünde dua ediyorlar. Ben de hareketli bir çocuktum. Kalabalığın arasından Üstadın yanına gitmeye çalıştım. Sırtıma vurdular, kovaladılar büyükler. Ağlamaya başladım, tökezleyip düştüm. Geldi birisi kaldırdı beni yerden. Ceylan Ağabeymiş. Üstadımız benim düşüp ağladığımı görünce “Git o çocuğu yerden kaldır!” demiş. Ceylan Ağabey “Gel Bediüzzaman seni istiyor!” dedi. Öyle sevindim ki, gözüm bir şey görmüyor artık. Üstad Hazretleri eliyle “Gel, gel!” işareti yaptı. Başımı okşadı, sırtımı sıvazladı. “Hayatında yaşadığın müddetçe yokluk görme! Rızkın bol olsun!” diye dua etti. Talebelerine işaret etti. Bana şeker verdiler. Sevinçten adeta uçarak annemin yanına gelip müjdeyi verdim… Çocukluk işte, güğümlerimi unutmuşum, kalabalık dağıldıktan sonra tekrar çeşmeye dönüp, aldım.
Çocukların rızkını ayrı alın!
Bir gün annelerimiz ile birlikte Üstad Hazretlerinin evini temizlemeye gittiğimizde, Zübeyir Ağabeyin hazırlamış olduğu mutfakta küçük kahvaltı tabaklarındaki yiyecekleri gördük. Zeytin, peynir, bal, şeker, tuz… Biz çocuklar o yiyeceklerin hepsini bitirdik. Sonra bize anlatılanlara göre, Üstad Hazretleri eve geldiğinde yiyecek bir şeyler hazırlanmasını istemiş. Ceylan Ağabey “Üstadım dün temizlik için gelen ablaların çocuklarını kayınvalideleri çok sevecek. Yiyeceklerin hepsini bitirmişler!” demiş. Üstad Ceylan Ağabeyi çarşıya alış verişe gönderirken “Bundan sonra o gelen çocukların rızkını da ayrıca al!” diye tembihlemiş. Üstad Hazretleri kıra çıktığını görünce annemler de hazırlanır, hemen arkasında kıra giderlerdi. Onu rahatça görebildiğimiz tek an kırlara çıktığı zamanlardı. Yasaktı çünkü onu gidip evinde ziyaret etmek, mümkün değildi. Kapısında bir bekçi devamlı beklerdi. Annemin teyzesinin kızının evi Üstadın evinin tam karşısındaydı. Onu uzaktan da olsa görebilmek için Nakiye teyzemin evine gider, beklerdik. Okula giderken, Üstadın evinin önünden geçerdik. “Pencereye çıksa da görsek, bize dua etse!” diye beklerdik. Sanki haber vermiş gibi, perdeyi açar el işaretiyle bize selâm verir, “Hadi artık gidin!” diye işaret ederdi.
Babam Süleyman Kartal
Emirdağlılar babama “Hoca Emmi!” der, umumiyetle severlerdi. Üstad Hazretleri talebesi olan Hacı Şükrü dayımlara yumurta almak istediğini söylüyor. Üstadımız günlük yumurta alırdı. Her gün yumurtlayan tavuğun yumurtasını isterdi. Dayım da “Hoca eniştemden alırız. Hanımı da Risâle-i Nur’u bilir” diye cevaplıyor. Zübeyir Ağabey bir gün araba ile geliyor. “Ben Bediüzzaman’a yumurta alacağım!” diyor. Babam içerden sepeti yumurta ile doldurup getiriyor. “Ben o kadar istemedim!” diyor Zübeyir Ağabey. Babam da “Bizde tavuk, yumurta çok. Helâl olsun!” diyor. Zübeyir Ağabey “Ben Üstadımın verdiği rakama göre yumurta alayım. Başka zaman yine ondan izinli olarak yumurta alırım!” diyor, gidiyor. Zübeyir Ağabeyin sonraki gelişinde annem sobayı tutuştururlar diye hazırladığı çırayı, evde toz almak için ya da başka işler için kullanmak üzere diktiği bezleri küçük bir bohça yapıyor, veriyor. Babam da sepete 5-10 yumurta fazla koyuyor yine. Zübeyir Ağabey babama soruyor. Bunlar nedir? Çıra, dikilmiş bezler… “Biz böyle bir şey istemedik ki?” diyor. Babam çok ısrar edince, kalp kırmak da istemediği için Zübeyir Ağabey verilenleri alıp gidiyor. Üstad Hazretleri evde ince ince soruyor “Bunlar nedir?” diye. Çıranın ve yumurtaların parasını hesaplıyor. “Kalanı götür, iade et!” diyor. Üstad Hazretleri hediye kabul etmez, aldığı her şeyin karşılığını verirdi. Üstad Hazretlerinin talebeleri ile kırlara çıktığı bir gün annemler de eşlerinden haberli arkadaşlarıyla arkasından gidiyorlar. Keçili mevkiinde Üstad Hazretleri ibadet eder, eserlerini tashih ederdi. Orada annemlerin ismini öğreniyor. “Bu kim?” diye soruyor talebesine “Şahide Yüksel” “Bu kim?” diye soruyor “Azime Taktak” diyorlar, sıra anneme geliyor. “Bu kim?” diye soruyor. “Üstadım bu da Hoca Süleyman Emminin refikası Sıddıka!” diyorlar. “Ha, Sıddık Süleyman gibi!” diyor Üstadımız. Barla’da Sıddık Süleyman isminde talebesi var ya. Unutmuyor, onu hiç. Annemin, babamın isimleri ona Sıddık Süleyman Ağabeyi hatırlatıyor…
Zübeyir Ağabey...
Zübeyir Ağabeyi hana yumurta almak için geldiğinde hep görürdük. Sırtımızı sıvazlayıp, başımızı okşayarak dua eder, bize şeker verirdi. Onun geldiğini anneme hemen haber verirdik. Annem şalvarını giyer, başına atkısını alır, hemen babamla Zübeyir Ağabeyin bulunduğu yere giderek kapının arasından Zübeyir Ağabey ile konuşurdu. “Üstadımız bize dua etsin! Risâle göndersin” derdi. Zübeyir Ağabey de “Tamam Üstadıma söyleyeyim. İzin alıp istediklerinizi getiririm” derdi. Sonraki gelişinde de annemin istediklerini getirirdi. Bazen Zübeyir Ağabey kendi yazdığı risâleleri getirirdi. Annem de onları çoğalttırırdı. Annem okumayı 30 yaşında öğrendi. Okurdu, ama yazamazdı. Emirdağ’ın Bayat Köyünden Hacı Osman vardı. Annem ona bahçede yer hazırlardı. Hacı Osman oturur, yazardı. Annem sadece kendisi için değil, isteyen arkadaşları için de risâle, cevşen, tesbihat yazdırırdı. Onun kalemini yazı yazarken hayran hayran seyredince “Büyüyünce sen de öğreneceksin bu yazıyı. Bunlar Osmanlıca!” derdi Hacı Osman. Annemin dayıları, yeğenleri de yeni telif edilen kitaplardan getirirler bize anlatırlardı. Annem hemen o kitaplardan temin edip okumak isterdi. Kendisi için de, arkadaşları için de yazdırırdı… Yazılan kitaplar Üstad Hazretlerine gönderilip tashih edilirdi. Kitabın sonunda Üstadımızın kırmızı kurşun kalemle yazdığı dua bulunurdu.
Şahide, Firdevs, Zehra, Pakize…
Firdevs Anne annemin arkadaşıydı. Üstad Hazretleri yoğurdunu ondan aldırırdı. Gece gündüz demez risâle sohbeti yaparlardı. Annem onun evine gittiğinde gece de kalırdı. İzmirli Zehra Anne Emirdağ’ına geldiğinde Firdevs Annede kaldı. Bir akşam da biz evimizde misafir ettik. Annem hancı hanımı olduğu için, işleri çoktu. Yorulurdu. Hanın işlerine de koşardı çünkü. Komşumuz Pakize Abla gelir “Hadi gari Sıddık geç kalıyoruz, gidelim!” diye seslenince annem hemen hazırlanır, atkısını takar, şalvarını giyer çıkardı. Hiç unutmam yine böyle bir gün annem fırında ekmek yaptı. Daha soğumadan sıcak sıcak “Misafirler gelmiş, yesinler” diye aceleyle hazırlanıp beraber çıktılar… (Zeynep Hanımın atkı dediği omuzları örtüp belden de aşağılara uzanan genişçe mevsimine göre kalın yünlü kumaştan ya da pamukludan dokunmuş bir tür şal. Şalvar da hepimizin bildiği çok geniş ağlı vücut hatlarını belli etmeyen bir nevî etek genişliğinde olan bir kıyafet. Bolvadin hanımları evden dışarı çıkarken bir gözleri açık kalacak şekilde atkı ile başlarını sıkıca örtüp, şalvarlarını giyiyorlar. O yıllarda Emirdağ’da yaşayan Bolvadin hanımlarını bu kıyafetlerinden hemen tanımak mümkün. Anlatılanlardan Emirdağ’ kadınlarının kıyafet tarzının Bolvadinlilerden daha farklı olduğunu anlıyorum.) Annem eve arkadaşlarını çağırırdı. Gece uyurdum, uyanırdım bakardım ki, hâlâ sohbetleri, ilâhileri, risâle okumaları devam ediyor. Ben namaz tesbihatını annemle birlikte gittiğim sohbetlerden öğrendim. İlâhileri de öyle… (Bu arada o yıllarda çok söyledikleri bir ilâhiyi mırıldanıyor Zeynep Abla…)
Zeynep, Zeynep, Zeynep…
Bir gün Üstadın evinin önünde odun kırdırmışlar. Biz çocuklar odunu taşımak istedik, taşıdık. Zübeyir Ağabey isimlerimizi istedi. Bir kâğıda yazdı. “Üstada vereyim isimlerinizi. Size dua etsin!” dedi. Üstad isim listesine bakıyor üç tane de Zeynep var. Biri ben, diğerleri de dayılarımın kızlarının isimleri. Zübeyir Ağabeye “Allah Allah! Zeynep’lere bak! Bunu kız kardeşim, şunu Peygamberimizin eşi, diğerini de Peygamberimizin kızı gibi kabul ediyorum! Bunları böyle onlara ilet. Bana dua etsinler. Ben çok hasta olduğum için onları çağıramıyorum yanıma” diyor. Zübeyir Ağabey bunu bizlere anlatmıştı. Çok sevinmiştik.
Şahide Anne…
Şahide Annenin Bolvadin’den Emirdağ’a geleceğini öğrendiğimiz zaman hemen gider otobüsten karşılardık. Annem bir bohça hazırlayıp içine giymesi için kendi kıyafetlerini yerleştirir, bizimle gönderirdi Şahide Anneye. Çünkü annem hoca hanımı olduğu için kimse bir şey söyleyemezdi. Hem de annem hiç korkmazdı. “Bir şey olursa polislere ‘Ne yapayım ben Üstadımı, onun kitaplarını çok seviyorum. Ne yaparsanız yapın!’ derim” derdi. Şahide Anneyi beraberimize alır ya Nakiye Teyzeme, ya Firdevs Anneye götürürdük. Her gidişimizde annem sıkı sıkı tembihlerdi: “Yolda nereye gittiğini kimseye söyleme e mi kızım! Şahide Anne bize kitap getirdi! Üstada çorap getirecekti! Git al!” derdi. Böyle postacılık vazifesi çok yaptım…
Üstad Hazretlerinin duası… Üstadın Emirdağ’da olduğu yıllar onun maneviyatını mıknatıs gibi hissederdik. “Yokluk görmesin çocuklarınız!” diye Emirdağ’a duası vardı. Gerçekten o yıllarda çok fakirdi Emirdağ. Komşulardan gelip “Sıddık Abla şu arpa ekmeğini suya banıp da yiyoruz. Başka yiyeceğimiz yok!” derlerdi. Üstad Hazretleri bolluk ve bereket getirdi Emirdağ’ına. Süt, yoğurt pazarı dolar, taşardı… Tabi Menderes’in de etkisi vardı bu bollukta. Demokrat Parti bolluk getirdi. Emirdağlılara Avrupa yolları açıldı. Çoğu şimdi Belçika’da çalışıyor. 5-10 kuruşun hesabını yapanlar, yiyecek ekmek bulamayanlar, şimdi Avrupa’dan lüks arabalarla yazları Emirdağı’na geliyorlar. Bütün bunların Üstadımızın Emirdağı için yaptığı duanın kabul edilmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum… 11.07.2010 E-Posta: [email protected] |