S. Bahattin YAŞAR |
|
İmanı olmayan insanlar pozitif olabilir mi? |
Hayatın olumlu, müsbet, güzel, iyi neticeli ve pozitif olabilmesi için bir takım şartların olduğu aşikârdır. Pozitiflik denen şey, öylesine, çaba olmaksızın, bir gayret olmaksızın, riskler taşımaksızın ortaya çıkan bir durum değildir. Yani mutlu olmanın da, pozitif olmanın da bir bedeli vardır. Pozitiflik, gerçek anlamda hayatın içinden doğup gelen, zaman zaman kazanmakta, zaman zaman da kaybetmekte gizli olan bir sürpriz halidir. Yaşananlara bakış doğru ise, kazanmak da, kaybetmek de içinde pozitif enerji baloncukları taşıyabilir. Ama bakışı bozuk olanın, elindeki muhteşem imkânlar, nimetler, makamlar, mevkiler ‘taciz’ edici birer unsur haline geliyor. Hazret-i Peygamberin ‘Hüzün yılı’ ilân ettiği zaman diliminde, başına gelenler normal şartlarda taşınabilir haller değildir. Ama O’nun ve diğer peygamberlerin başına gelenler, insanların karşılaşabileceği nihaî neticeler olduğu için; O, Allah’ın yardımıyla kaldırmış. Zaten Allah’ın yardımı, rızası bir kimsenin yanında ise, daha başka bir güce ihtiyaç kalmayacaktır. O yıl Hazret-i Peygamberin hayat arkadaşı, can yoldaşı, eşi Hazret-i Hatice Annemiz vefat etmiş. Yine aynı yıl, amcası Ebu Talip vefat etmiş. Sonrasında Taif’den dönerken, çocuklar taşlamışlar ve ayaklarından mübarek kanları akmış. Böyle bir durumda insan, taşınması güç bir imtihan hali içerisindedir. Hazret-i Peygamberin böyle bir vasatta yaptığı şey ise, evine döner dönmez, her şeyi görüp, bilen en güçlü sığınağa yönelerek, seccadesini sermiş ve Allah’a duada bulunmuştur. Bu, sıkıntılar arttığında yapılması gerekene tam kaynağından güzel bir örnektir. Sıkıntısı artan ehl-i imanın, sığınması artar. İşte bu durum en güzel bir pozitifleme örneğidir. Birkaç kişi ile sohbet ediyoruz. Bir genç, bize katılıp, konuşulan konu ile ilgili hemen söz hakkı alarak, “Peki imanı olmayan insan ne olacak? İmanı olmayanlarda pozitiflik yok mudur?” dedi. ‘İmanı olmayanın hakikî anlamda pozitif olması düşünülemez.’ tesbitini çok rahat kullanabiliyorum. Çünkü akıl insanda, ‘Necisin, nereden gelip, nereye gidiyorsun?’ gibi sorulara makul cevaplar arayan bir güçtür. Bu sorulara makul cevaplar veren de sadece dinlerdir. Felsefenin böyle sorulara verecek bir cevabı yoktur. Onun için de o güç, insanı rahatsız etmektedir. İnsandaki akıl, geçmişin hüzünlerini, geleceğin kaygılarını hazır zamana taşır. Geçmişe, geleceğe ve hazır zamana dair sorularına makul cevaplar bulamayan insan için akıl, bir azap aleti haline gelir. İnsanın bu sorularına en güzel ve mantıklı cevaplar veren ancak dinlerdir. Bir genç, “Hocam, ben yazın İstanbul Beyoğlu’nda bir otelde, resepsiyon görevlisi olarak çalıştım. İmansız insanlar ve Avrupa’dan gelenler hiç sizin anlattığınız gibi değil. Adamlar, sabahleyin kahvaltısını yapıyor, yürüyüşünü yapıyor, eğleniyor, yiyor, içiyor, her türlü gezilecek mekânları geziyor, alacaklarını alıyor ve hiçbir isteğini ötelemeden bir pozitif hayat sürüyor. Siz nasıl bu hayatlara negatif diyeceksiniz. Adamlar bir aylığına geliyor ve güzel bir hayat yaşıyorlar.” Evet, soru oldukça yerinde. Çünkü dışarıdan bakıldığında görüntü budur. Oysa ortada bir şey var ki, Avrupa’dan gelenler çok da vicdanlarını teskin etmişler, akıl yoluyla gelen necisin, nereden gelip, nereye gidiyorsun kabil sorularına, makul ve mantıklı cevaplar vermişler, sonrasında da bu bir aylık görüntüyü hayat boyu yaşıyorlar değildir. Yani, İlâhî dinlerin dışında insanın, âlemin mahiyetiyle ilgili sorulara hiçbir düşünce, mantıklı ve makul cevap veremez. Veriyor diyenin, ‘Veren’i mutlaka dinî kaynaklardan bir şekilde beslenmiştir. Aksini tarih yazmamış. İkincisi ise, Avrupa’dan gelen bu bir aylık görüntüler tamamen bir sinema filmi gibi, özel çalışılmış bir görüntüden ibarettir. Yani, biz onların on bir ay boyunca nasıl bir, bir aylık tatil için hazırlandıklarını bilmiyoruz. Öyle ki on bir ay boyunca çok zor ve ağır iş ortamlarında kazandıkları paraları, bir ayda kullanıyorlar. Bu bir aylık yaşantı da, onlar için adeta dünyanın cenneti diyebileceğimiz görüntüleri içeriyor. Ama bizim turist olarak gördüğümüz ise, sadece çalışılmış filmin, makaslanmış, montajlanmış ve artık izlenebilir dediğimiz özel kısmını oluşturuyor. Oysa kamera arkası hiç de öyle pozitif falan değil. Bir de inançsız insanın halet-i ruhiyesi, sahipsizlik, anlamsızlık, yetimanelik içerdiğinden korkular, endişeler, mücadele, çarpışma, haklı değil, kuvvetli olma gibi negatif unsurlarla doludur. Bütün bunlara rağmen yine de pozitif olanlar ise, tahrif edilmiş de olsa, özünde bir takım doğruluklar taşıyan dinlerden beslenenlerdir. Ya da insanın kendisine verilen akılla, hakikati, doğruyu, selâmeti bulmak, insan olmanın bir gereği olarak fıtrata ulaşmaktır. Tabiî bir de bunlar, Avrupa insanları çok okuduklarından, ortak akıl sonucu ortaya çıkmış olan, ‘Dünyayı nasıl mutlu kılarız? arayışının ürünleridir. Bu ürünlerin de içinde dinî motifler, dinî beslenmeler yok diyemeyiz. Netice itibariyle, pozitiflik başlı başına bir program işletimidir. O program doğru işletilmediği takdirde, arzu edilen neticeyi almak mümkün olmayacaktır. O program da haliyle, insanı yaratıp dünyaya gönderen ve kendi gizli hazinelerini anlamaya ve idrake muhatap kılan Yaratıcı Cenâb-ı Hak'kın çizdiği ve uygulayıcı olarak da Hazret-i Peygamberde gösterdiği bir hayat biçimidir. Negatiflik, fıtrat programının bozulmasıdır. Zaten inançsızlık da, programın işletimini bilmemektir. Nitekim bilmeyen, anlamsızlıkla değerlendirecektir. Anlamsızlık da her şeyin hikmetini okuyamamaktır. Böyle bir halette insanın, kendince varolmasının, âlemin içinde olup bitenlerin hiçbir anlam değeri yoktur. Hasılı iman yoksa, kapkaranlık bir dünyada boğuşmak hayatın kaçınılmazı olacaktır. 12.07.2010 E-Posta: [email protected] |