Muzaffer KARAHİSAR |
|
Can düşmanı |
İLKBAHARIN insanları cezbeden güzelliklerine; çiçek açmış ağaçlara, yemyeşil bitkilere, uçuşan kuşlara ibretle, hayretle ve tefekkürle bakarak ruhumu dinlendirmeye çalışıyordum. Uzaktan, onu güneşli havada tekerlikli iskemlesine oturmuş, vurdumduymaz ve tasasız bir ruh hali içersinde, can düşmanıyla içli dışlı, keyifli ve pek muhabbetli gördüm. Bu üzücü manzara karşısında şaşırmıştım. Nasıl olurda insan bu kadar kaygısız ve duyarsız olabilirdi. Hasmı ile ateşli bir samimiyet içersinde olmasını çok yadırgadım, bu kadar olur, dedim. Baharın insan ruhunu ferahlatan, dinlendiren güzelliklerine yakışmayan kirli bir manzara ile karşı karşıyaydım. İnsanoğlu işte böyle zavallı, iyiyi kötüyü, menfaati zararı bilmez, düşünmez, anlamaz, dedim. Oysa düşmanı onu çok tehlikeli durumlara sürüklemişti. Kaygılara, belâlara ve musibetlere düşmesini sağlamıştı. Bu yüzden genç yaşta onu tekerlekli sandalyede hayatını sürdürmeye mahkûm etmişti. Ortada kan vardı. Bu kadar zararı dokunan, hayatını karartan hasmıyla ateşli, keyifli, toz duman, senli benli samimiyetini, muhabbetini açıkçası tasvip etmedim, hoşuma gitmemişti bu davranış! Güzel bir bahçeye girmiş iki arkadaşın hikâyedeki durumunu hatırladım. O bahçedeki güzelliklere, iyiliklere, çiçeklere bakarak, güzel görüp güzel düşünmek istercesine nazarlarımı başka taraflara çevirmek istediysem de Nail Bey’in gerçeklerinden, sağlık problemlerinden kaçmaya da gönlüm ve vicdanım elvermiyordu. Onun ilerlemiş ve son noktaya dayanmış ve kronikleşmiş hastalığının tedavisi yapılacaktı. Bu gün hastanede kangren olmuş sağ bacağı ile ilgili operasyon yapılıp, diz altından kesilecekti. Bunun için de aç kalması ve ameliyatla ilgili her türlü temizlikleri, hazırlıkları yapması gerekiyordu. Ama o bir umursamazlıkla kendine zarar verenle, tasasızca beraber keyifli dakikalar geçirmek peşindeydi. Böyle hayatî bir konuda kayıtsız kalmazdım. Bütün dikkatimi, sabrımı, hoşgörümü ve sükûnetimi toparlayarak o tarafa yöneldim. Nail Bey’e yardımcı olmam, desteklemem ve moral vermem gerekiyordu. Daha önemlisi kötü arkadaşıyla; daha doğrusu düşmanıyla olan samimiyetine bir nokta kayması gerektiğini hatırlatmanın zamanının geldiğini düşündüm. Yaklaşıp selam verdiğimde yaşlanmış ve kırışmış yüzündeki mahcup ve kederli ifadelerle beni süzdü. Titreyen elleriyle ağzına götürdüğü sigarayı ucundaki ateşi parlatıncaya kadar son defa derince, nefesinin sonuna kadar dumanlarla karışık çekerek yüzüme baktı. Ağzından, burnundan çıkan dumanlar genzini yakmış olmalı ki, yarı öksürüklü sesiyle elindeki sigarayı yere attı. Ayağıyla izmariti olanca kiniyle ve gücüyle ezerek: “Bu melun beni mahvetti, benim can düşmanım bu!” dedi… Benim ona söylemem gerekenleri, aklımdan geçenleri anlamışçasına bir cümlede özetledi. Gülümsememden, “madem ki biliyorsun, bu merete niçin bu kadar samimiyet ve içtenlik gösteriyorsun?” demek istediğimi düşünerek. Sıkıntılarını, tiryakiliğin acımasız zararlarını, iradesinin zayıflığı gibi mazeretler ifade eden konuşmalarla içinde bulunduğu durumu ifade etti. Artık o konu bitmişti. Bu gün olacağı ameliyatı ile ilgili konuşmamız ve moralini yükseltmemiz gerekiyordu. O atmosferde kulun tedbirinden, öte Cenâb-ı Allah’ın takdirinden, tasarrufundan bahsetmenin daha doğru olacağını düşündüm. Bir damladan, zerrelerden, moleküllerden, hücrelerden meydana getiren; büyütüp, besleyen, tedvir ve idare eden Kudret sahibi elbette ne yaparsa iyisini yapar, acıların, hastalıkların, dertlerin ve sıkıntıların karşılığında sabredenlere mükâfatını vereceğini anlattım. Ona inanmanın insanlara verdiği huzur ve mutluluğu, her dertlerin çaresinin O’nu bilip, O’nu bulmakta olduğunu; O’nu bulanın hadsiz dertlerden, korkulardan kurtulacağını izah ettim. İnsan vücudu her zaman harap olmaya hazırdır. “Evet bu cisim ebedi değil, demirden değil, taştan değil.. Ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir.” Bizler Allah’ın kudretiyle, şefkat ve merhametiyle hayatımızı devam ettiriyoruz, O’nun ikram ettiği nimetlerle besleniyoruz. O’nun verdiği şifayla hastalıklardan kurtuluyoruz. Bu mihval üzerine devam etti gitti sohbetimiz. Nail Bey’in yüzündeki keder izleri ve üzüntü emareleri yavaşça kayboldu. Onu rahatlamış olarak gördüm. Görüşmemizin sonunda bütün duygularını, teşekkürlerini ve memnuniyetini, gönülden gelen bir ses tonuyla bir cümlede ifade etti: “Allah razı olsun.” Onun bu temennisi baharın ılık esen rüzgârlarına karışıp gitti. 13.07.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (06.07.2010) - Ülfetsiz bir nebze tefekkür (29.06.2010) - Hastalara şifalar (08.06.2010) - Dost acı söyler (25.05.2010) - Sabrın ve tahammülün meyvesi |