Görüş |
Zenginlerin demokrasisi!
Bu ifade bir dönem başbakanlık baş danışmanlığı görevinde de bulunan Prof. Dr. Osman Altuğ’un ifadeleri: “Türkiye’deki demokrasi zenginlerin demokrasisidir.” Evet, Anayasa Mahkemesi referanduma gidecek maddeler ile ilgili vermiş olduğu kararla adeta “bize dokunamazsın!” dedi. Durum bundan ibaret olunca da eski tas eski hamam muhabbetine döndük. Türkiye’de gerçekten ilginç bir sistem var ve maalesef bu sistem iyi işliyor. Ülke demokrasi yolunda adım atmaya başladığı anda şehit cenazelerimiz artıyor, ülkede kaos ortamı oluşturulmaya çalışılıyor. “Millete rağmen” Anayasa Mahkemesinin almış olduğu bu kararı haklı görmek mümkün değil. Osman Altuğ’un ifade ettiği “zenginler demokrasisi”nden de oldum olası hoşlanmadım. Bu noktalarda zenginlere kızsam da, halka da kızmıyor değilim; paraya bu kadar düşkün oldukları için. Dönüp baktığımızda müteahhit olan vatandaşlarımızın çoğu iktidar dönemlerinde zenginleşirler. İktidara maddî destek yaparak, varsa kendi adayını seçtirmek için uğraşırlar. Sizin anlayacağınız parayı kazanan, küçük hesaplar üzerinde oynamaya başlar. Ülke menfaati, milliyetperverlik lafları ile de maalesef insanlarımız kandırılır. Böylelikle zengin olanın adayı seçilir, adayı seçilen zengin ihale almaya ve zenginliğini arttırmaya devam eder. Sistem böyle işler gider. Bütün bu noktalardan sonra niçin ‘böyle’ yönetildiğimizi daha iyi idrak edebiliyorum. Eğitim sisteminde yaptığımız değişiklerin nesillere bir şey kazandırmadığının da farkındayım. “Gayeden uzak, paraya muhtaç” olarak yetiştirilen bireylerin yaşadığı toplumda olması gereken bundan başka bir şey değil. Geçtiğimiz günlerde yerel bir siyasetçinin yanındaki gence verdiği nasihat ilgimi çekti: ”Ne olursan ol ama her zaman güçlüden yana ol!” Buyurun buradan yakın! Biz ne olursa olsun haklıdan yana olalım ve yine biz ekmeksiz yaşayalım, ama hürriyetsiz yaşamayalım. Çünkü gaye-i hayalimiz olmazsa zihnimiz benliğimizden öte başka bir şeye çalışmaz. Gayesi olmayan bir nesilden de ehl-i hak olmasını beklemek olmaz. Ne diyelim? Gerçek bir demokraside yaşayabilmemizi temenni ediyor ve o günleri göreceğimize inanıyorum. Neye rağmen? Milleti yok sayan zihniyete, darbelerle devrimlerle yapılan anayasalara rağmen…
YAVUZ TOPALCI [email protected] |
13.07.2010 |
Çiçek açtık Üstadım
Üstadımız geliyoruz biz senin izinden Vursalar da ellerimize bin bir kelepçe Azim bizde, kuvvet bizde gelsin zorluklar Prangalar parçalansın üzerimizde Sevgi deriz, kardeş deriz açılır sinelerimiz Gökler ötesine uzanır yollarımız İNEBOLU’DAYIZ ÇİÇEK AÇTIK DUY ÜSTADIMIZ
Okulların nihayet tatil olması ile birlikte okuma programlarımız başlamış oldu ve ilk tatil yerimiz dershanemizdi. 10 günlük ve 18 kişilik genç programından sonra 5 günlük minik kardeşlerimize kavuşmuş olduk ve nur okuduk, nurlandık inşallah. Kardeşlerimiz oksijen çadırına geldikleri andan itibaren kendilerini manevî bir atmosferin içinde buluverdiler adeta. Kemiyetimiz az olsa da keyfiyetimiz fazlaydı. Her akşam yaptığımız bilgi yarışmalarında hediyelerini hak etmişlerdi. Karşımızdaki çay bahçesinden gelen canlı müziğin rehavetine kapılmamak için tesbihatlarımızı yüksek sesle yapıyor ve İsm-i Azam dualarını binbir dille müziği bastırark karşı koyuyorduk. Ahir zaman olmasından ileri gelen hayır ne şerrin karşı karşıya olması bizleri ve minik kardeşlerimizi seccadeye alnımızı değdirdi bir kez daha ve dualarımız da onlara da yer verdik, tüm din kardeşlerimize yer verdiğimiz gibi. 21. mektubu okurken anne babamızın şefkat ve merhametine karşı bizlerinde hürmetle mukabele etmemiz gerektiğini, eğer etmezsek canavara dönüşeceğimizi (minik kardeşlerimizin değimiyle ‘Bumlu veled’) anlattığımızda çok tesir etmişti ki o akşam bizlere tiyatro ile sunmuşlardı. Sabah namazlarında kardeşlerimiz biraz zorlansalar da sabah namazının sünnetine büyük sevap verileceğini duydukları zaman, 3. seferde ancak alabildiler abdestlerini. Tesbihatımızı yaparken kardeşlerimizin uyuduklarını duyunca fark edebildik. Seccadelerde uyanan kardeşlerimiz oldu. Üstadımızın “Barla denizi”ne benzettiği sürekli secde halindeki denizimizi tefekkür ederek saatlerimizi geçirdik. Kardeşlerimizin deyimiyle ‘ütüsüz çarşaf gibi’ydi adete. Bizlerde Rabbimizin kudret mucizesi olduğunu, her bir dalganın, katrenin terbiye aldığını anlattık kardeşlerimize. Dalgaların Ya Cemil, Ya Celil sesleri oksijen çadırımızı huzurlandırmıştı. Kardeşlerimizin de bizlere bir süprizi vardı. Bizler için yazdıkları mektubu okuduk ve hüzünlendik. Çünkü bizler için manevî bir ehemmiyeti vardı. Mektuplarında ise şunlar yazılıydı: ‘’Sizleri her zaman annemiz gibi saydık. Sizleri bazen üzdüysek de inanın ama sizi canımızdan çok seviyoruz. İnanırız ki siz de bizi seviyorsunuzdur. Sizi çok ama çok seviyoruz’’. Tabi ki biz de onları çok sevdik. Seviyoruz. Rabbimiz bizlere uhuvvetin güzelliğini bir kez daha gösterdi çok şükür. Ve son gün geldi çattı. Bir yandan ailemizin yanına gideceğimiz için sevinçliydik, fakat kardeşlerimizden, oksijen çadırımızdan ayrılmak bizler için zor olacaktı birden hüzünlendik ve Üstadımızın sözleri ışık tuttu her zaman ki gibi. Ahir zaman mehdisi olmak içinde bu gerekliydi zaten. ‘’Bizim gibi ahiret hemşerilerinin arasında ihtilafı zaman ve mekân sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mani teşkil etmez‘’ Evet, birimiz kuzeyde, birimiz güneyde, doğuda, batıda; hiç fark etmez aynı değerlerin üzerinde gittiğimiz için hepimiz biriz. İnşallah Üstadımızın her sabah kazancına ortak ettiği “Sadık Nur Talebeleri”nden oluruz. Ve Üstadımızın dualarında Abdurrahman, Abdülmecid ile beraberizdir. Üstadımızın müjdesi gibi cennet âsâ bir baharda geliyoruz. Bizler bu baharda 7 tane tohum attık toprağa, gelecek baharlarda binlerle sünbüllenecekler, filizlenecekler sadakat ve uhuvvetle anılacaklar inşallah. Bütün himmetlerini bizlere ve dershanemize kullanan ağabeylerimize ve ablalarımıza ebedi dualarla ….
AYSEL ÜNLÜ [[email protected]] |
13.07.2010 |