13 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

GENELGE GİTMEDEN UYGULAMA BAŞLADI

Demokratik açılım projesi kapsamında, kaldırılacağı açıklanan yol aramaları ve yayla yasağının, terör olaylarındaki son tırmanış üzerine, tekrar uygulamaya konulduğu belirtiliyor. Bu yönde Genelkurmay'ın talebiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanan genelge daha bölgeye gönderilmeden fiiliyatta uygulamanın başladığı bildiriliyor.

TERÖRLE MÜCADELEYE FAYDASI YOK, AMA Teröristlerle yürütülen mücadeleye bir katkısı olmazken, bölge halkını yıldırıp bezdirmekten başka bir netice vermediği ve dolayısıyla devletle halk arasındaki soğukluğu daha da arttırdığı ifade edilen OHAL kalıntısı uygulamalara geri dönülmesi endişeyle karşılanıyor. Yol aramalarının ne faydası var? Doğu’ya en son ne zaman gittiniz? Son yıllarda siyaset ve politikacı kovalamaktan, ben de Diyarbakır dışında, fazla uğrayamadım. Ancak geçmişte, özellikle de doksanların sonunda çok gezmişliğim vardır Güneydoğu ve Kuzey Irak’ın yaz sıcağında kavrulan, kışın donan tozlu topraklı yollarında...

O yolların bir özelliği, kontrol noktalarıdır.

Bir kaç yıl öncesine kadar, Güneydoğu’da bir ilçeden diğerine, bir şehirden bir başka diyara, bir kaç kontrol noktasından geçmeden gitmek mümkün değildi. Nasıl olurdu bu yol aramaları? Şöyle: Jandarma ekiplerinin kontrol noktasını görünce yavaşlar, arabayı durdurursunuz. Sıra varsa kenara çekip beklemeye başlarsınız. Sonunda biri gelip çoğunlukla da kaba bir dille kimlikleri ister. Arabanın bagajı açılır; görevli bir süre gider; elindeki birkaç yüz kişilik PKK’lı listesinden isimleri kontrol eder. Geri geldiğinde “geç” ya da “şurada bekle” der...

İşte devlet günlük hayatta otoritesini böyle hissettirir Doğu’da.

Bu durumun yöre halkı için hem büyük bir külfet, hem de son derece onur kırıcı olduğunu anlatmaya gerek bile yok. Kendi ülkesinde kolluk gücüyle “güven” değil “şüphe”; sempati değil husumet üzerine kurulu bir ilişki biçiminin sembolü yol aramaları.

Ve de günlük hayatın bir parçası. Diyarbakır’dan Cizre’ye gitmek için 5, yakındaki bir köye gitmek içinse en azından 2 kontrol noktasından geçmek zorundasınız. Milliyet yazarı Mehveş Evin de Güneydoğu gezisinde ne sıklıkla arandıklarını bugün yazmış.

Bir an kendinizi Cizreli, Şırnaklı, Silopili bir öğrenci, işçi ya da tüccar olarak düşünün. Ne hissedersiniz sürekli üniformalı insanlar tarafından şüpheli muamelesi görseniz? Devlete aidiyetiniz artar mı azalır mı bu eziyete günde 3-4 kere katlanıyorsanız?

Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet, 12.7.2010

13.07.2010


Peki 12 Eylül’e ne oy vermiştiniz?

Kardeş, yakışmıyor kararsızlık.

Neyin değiştiğinin, değişmediğinin, neler değişse de neyin asla değişmeyeceğinin, değişimin harbiden ne olduğunun esas açıklaması başka.

Ama bir kıymeti var mı?

İleride… olabilir!

 

BASİT

Kardeş, yakışmıyor kararsızlık.

Eklem ve denklem basit.

Maddelere raddelere bakmaya gerek yok.

İktidar yanlısı mısın, Evet.

İktidar karşıtı mı, Hayır.

Pardon yani…

“Bu iktidar”dan bahsediyoruz; öyle her iktidardan, muktedirden, mütehakkimden değil.

Öyle her boyun eğdirenden, eğdirmeye alışandan değil. Öyle her boyun eğişinden değil.

FASİT

Kardeş, yakışmıyor kararsızlık.

12 Eylül Anayasası’na diyemediği Hayır’ı, 28-30 yıl sonra 12 Eylül’de onun biraz değişmesine cesaretle diyecek ağabeyler, ablalar, amcalar, teyzeler var…

12 Eylül darbesine koşturduğu muhafazakar, paşacı Evet’i bugün onların yargılanmasını mümkün kılan maddeye verecek dayılar, yengeler, dedeler, hocalar da var.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, AKP’liler, hiç saklamadan açıklayabilselerdi; hakiki 12 Eylül’de, 1982’de “Evren Paşa” Anayasası’na evet mi, hayır mı dediler?

Onlar ve onlar hayır diyebilseydi; bu meret yüzde 90’ı geçmezdi!

Çok isterdim bilmeyi…

Kılıçdaroğlu ne oy vermişti “Paşayasa”ya. Öyle ya, şimdi diyor ki haklı haklı, “Büyükanıt’a 27 Nisan muhtırası için niye hesap sormadın?”.

Çok isterdim, “Büyükanıt muhtırası” heyecanıyla partisi mitinglere koşarken kendi ne hissetmiş, ne demiş, hangi hesabı sormuştu?

Hepsi ilkeli, hepsi kararlı ya!

LIK LIK

Kardeş, yakışmıyor kararsızlık.

Tanıdığım üstatlar var. Çok tutarlılar.

İktidar eksen değiştirip Türkiye’yi Batı’dan kopararak İran’a neyin yaklaştırdığı için de Hayır diyorlar.

Anayasa değişikliğini AB olumlu görüp Türkiye’yi Batı’ya daha yakınlaşmış sayınca da Hayır biliyorlar.

Buna Kararlılık Tatbikatı 12 Eylül diyoruz. Lık lık!

Başkaları da var. Sonsuz saygılar.

Onlar için demokratikleşme; her otoritenin tahakkümüne karşı; toplumun, bireyin hak ve özgürlüklerle güçlendirilmesi, otoritelerin sınırlandırılması gibi uzun, sıkıcı bir mana taşımıyor. Daha kısa, daha kestirme; ısmarlama.

Hoca otoritesine, Başbakan, lider otoritesine, patron, ağa, şeyh, şıh otoritesine eyvallah. Kula da kulluk kültüründe nice biate eyvallah; ama bir demokrat, bir demokratlık… lık lık, Allah’lık!

 

YOLLUK

Kardeş, yakışmıyor kararsızlık.

Bazen şöyle düşünmek de gerekebiliyor:

Kime karşı, neye karşı olduğun kadar…

O gün yolda kimin yanında, neyle beraber olduğun da mana kazanır.

O vakit, ister tespih çeker boncuk dizer gibi…

İster dijital gözlere bade süzer gibi…

Amanı, mamanı da alıp ince hesaplarsın; tarihine, ideolojine, ezberine, vicdanına göre.

 

ŞİMDİ

Kardeş yakışmıyor kararsızlık.

Beni sorarsan, iyiyim, sağol. Vereceğim oyu açıklamam elbet. Seninkine de sonsuz saygıyla ne telkinde bulunurum, ne gölge ederim naçizane.

12 Eylül’de ne vereceğine karışmam; 12 Eylül’e ne verdiğimi söyleyeyim istersen, vicdan rahatlığıyla:

Darbenin 12 Eylül’ünde, bir kasım sabahı, zaten hep sonbahardı o günler, Hayır demiştim.

Hiç az değildik; 1 milyon 626 bin 431 kişiydik. Ben olmasam, 1 milyon 626 bin 430 daha vardı zaten.

Hiç çok değildik; “onlar” liberal, merkez solcu, merkez sağcı, muhafazakar, milliyetçi, Atatürkçü, laik, dinci, Türk, Kürt, Sünni, Alevi… 17 milyon 215 bin 559 kişi “Evet Paşam” demişti. Ben de olsam 560’a yuvarlanacaktı!

Ölenlere rahmet dilerim; kalanları ise merak ediyorum:

Şimdi “Onlar” ne yapıyor…

Topağaç Köyü aynı yerde de, “Biz” neredeyiz şimdi!

Umur Talu, Habertürk, 12.7.2010

13.07.2010


Taş atan çocuklar ve ekonomi

Hükümetİn 16 Temmuz’a kadar Genel Kurul’dan geçirmeyi planladığı taş atan çocuklarla ilgili düzenleme, Adalet Komisyonu’ndan geçeli üç hafta oldu, yasa tasarısı hâlâ TBMM Genel Kurulu’nda görüşülemedi. Yapılan düzenleme bu hafta sonuna kadar Genel Kurul’da kabul edilmezse yasa çıkmayacak ve çocuk dramı sürecek. Pek çok çocuk okula gitmesi gerekirken hapiste tutulacak.

Bu çocuklar niye hapiste tutuluyor?

Çocuk Koruma Kanunu’na göre, 18 yaşın altındaki tüm vatandaşlar “çocuk” olarak kabul ediliyor. Terörle Mücadele Yasası’na göre ise 15-18 yaş arası çocuklar, yetişkin olarak yargılanabiliyor. Dolayısıyla okula gitmesi gereken çocuklar, polise taş attığı gerekçesiyle hayatlarının önemli bir kısmını hapiste geçiriyor.

Avrupa Komisyonu da bu uygulamaya itiraz ediyor ve çocuklara verilen cezaların objektif kanıtlara dayanmadığını belirtiyor. Hatta AB Komisyonu 2009 Yılı İlerleme Raporu’nda, “taş atan çocukların polis memurlarının somut kanıtlarla desteklenmeyen ifadelerine dayanılarak uzun hapis cezalarına çarptırıldığı” ileri sürülüyor.

Meseleyi genel hatlarıyla böyle açıkladıktan sonra gelelim 10 Temmuz’da Milliyet’te yayınlanan ilginç bir habere... Mehveş Evin, “Taş atan Hakkârili çocuklar” başlıklı yazıda aynen şöyle diyor: ‘Polisin, zarar gördükleri her olay karşısında (devletten) 150 lira aldıkları için, küçük çocuklara para karşılığı taş attırdığı rivayetini sıkça duydum.’ Doğru veya yanlış, halk arasında böyle bir iddianın varlığı bile insanın kanını donduruyor. Politikacılar hemen harekete geçmeli ve bu rivayetin doğru olup olmadığı soruşturulmalı.

Bu noktada insanın aklına şu soru da geliyor tabii... Çocukların attığı taşlarla ölen ya da yaralanan bir polis memuru var mı? Basında çıkan haberlerden bildiğimiz kadarıyla yok. O halde bekleyen yasal düzenleme hapisteki tüm çocukları salıverecek şekilde hemen değiştirilip TBMM Genel Kurulu’ndan geçirilmeli. Ayrıca taş atan çocuklara kesinlikle hapis cezası verilmemeli.

Sadece demokrasi, hukuk, insan hakları, çocuk hakları yönünden değil, ekonomik açıdan da taş atan çocuklar sorununun hemen çözülmesi gerekiyor. Çünkü günümüz dünyasında ekonomik gelişme için teknoloji ve sermaye kadar eğitimli emek de en belirleyici unsurlar arasında yer alıyor.

Ekonominin hızla gelişmesi ve refahın artması için eğitimli insan sayısının ve eğitimin süresinin yükselmesi şart. Oysa Türkiye’de ilköğretime kaydolma oranı yüzde 96.5 iken bu oran orta öğretim kayıtlarında yüzde 58.5’e geriliyor. Böylece eğitim süresi birdenbire kısalıyor. Hapisteki çocuklar bu eğitim süresindeki gerilemeye iyi bir örnek. Çünkü bu gencecik beyinler orta öğretim sürelerini hapiste geçirecek.

(...)

Bu çocuklar, ister bu eylemlere, Johan Huizinga’nin Homo Ludens’de anlattığı gibi içgüdüsel bir oyun olarak girmiş olsunlar, ister bazı oluşumların, hatta bizzat ailelerinin yönlendirmesiyle bu eylemleri yapmış olsunlar, bu durum, devletin ve toplumun onlara olan mesuliyetini ortadan kaldırmaz. İşte bu nedenle TBMM’de çoğunluğu olan AK Parti hükümetine büyük sorumluluk düşüyor.

Süleyman Yaşar, Sabah, 12.7.2010

13.07.2010


Fransız savunma bakanı paşasını kovarken

Hukukçu değilim, detaylarını bilemem ama bir hukuk-şehir efsanesine göre bizim idare hukukumuzun Fransa’dan kopya edildiği iddia olunur.

20. asrın başlarında eserlerini veren ünlü fransız idare hukukçusu Leon Duguit’nin başta 27 Mayısçı idare hukukçusu Prof. Dr. Sıddık Sami Onar olmak üzere bütün bir türk idare hukuku geleneğini şekillendirdiği söylenir.

Ne kadar doğrudur bilemem zira türk kamu yönetiminden kimi örnekler fransız kamu yönetimi sistemini ne kadar benimsediğimiz hakkında ciddi kuşkular uyandırıyor.

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü Fransız Savunma Bakanı Herve Morin, Fransa’nın çok önemli bir generalini, Vincent Desportes’u apar topar fgörevinden azletti.

General Vincent Desportes’un görevi bizdeki Harp Akademileri Komutanlığı’na tekabül ediyor, yani tüm Fransız kurmaylarını yetiştiren kurumun başındaki adam Desportes.

General Vincent Desportes, basına bir açıklama yapıyor ve bu açıklamasında Fransız hükümetinin ve Afganistan’da görev yapan NATO askerlerinin savaşma stratejilerini ağır bir dille eleştiriyor.

Fransız Savunma Bakanı Herve Morin de bir orgeneralin, Harp Akademileri Komutanı dahi olsa siyasetçiler tarafından saptanan stratejileri eleştirme hakkının asla olmadığını ve general Vincent Desportes’un yasalar ile kendisine verilmiş olan görev çizgilerini ciddi bir biçimde ihlal ettiğini öne sürüyor ve generali azlediyor.

Siyasi demeç verdiği ve siyasetçiler tarafından saptanan Afganistan stratejisini eleştirdiği için görevinden azledilen komutanın yaşadığı ve görev yaptığı ülke Fransa.

Komutanı görevden alan Bakan da Fransa’nın çok çok başarılı Savunma Bakanı Herve Morin.

Bu ülke de, yani Fransa, idare hukuku anlayış ve şemasını kopya ettiğimiz ülke güya.

Bizde böyle bir olayın yaşanabileceğini şimdilik tasavvur edebiliyor muyuz?

Madem Fransa’nın o ünlü merkeziyetçi idare hukuku anlayışını benimsedik, bir devlet memuru olan Genelkurmay Başkanı bizde niye Başbakan’a bile bağlı değil?

Türkiye’de neden Fransız Savunma Bakanı Herve Morin’in yetkilerini haiz bir savunma bakanı tipolojisi yok?

Daha da önemlisi, hatta vahimi, neden Türkiye, Herve Morin çapında bir savunma bakanı yetiştiremiyor?

Sabah akşam üniter devlet güzellemeleri yap, adem-i merkeziyetçi her girişime aslanlar (!) gibi karşı çık, sonra dünyanın en adem-i merkeziyetçi devlet yapısında bile olamayacak bir ilişkiyi benimse, genelkurmay başkanını, bırakın savunma bakanına, başbakana bile anayasada (m.117) bağlama.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.

Genelkurmay başkanları sabah akşam en kof, en içi boş siyasi demeçleri versinler, kimse parmağını kımıldatmasın, sonra da Anayasa Mahkemesi bir oy verme tekniğini anayasanın ikinci maddesinde ifadesini bulan demokrasi ilkesine aykırı görsün.

CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, yani ana muhalefet partisi başkanı, kendi partisi, yani bürokrasiyi dışarıdan denetlemekle yükümlü bir parti, 27 Nisan bildirisini zamanında alkışlasın, bugün de başbakanı neden gereğini yapmadınız diye suçlayıversin.

Sapla samanın birbirine karıştığı bir dönemden geçiyoruz.

Demokraside sapla samanı ayrıştırmanın ilk adımı silahlı bürokrasiyi MUTLAK OLARAK siyasi otoritenin emrine sokmaktan geçer.

Başka türlü muasır medeniyet lafı havada kalmaktadır.

Eser Karakaş Star, 12.7.2010

13.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.