Cevher İLHAN |
|
“Seçim barajı” teklifi… |
“Anayasa değişikliği” paketi ile birlikte gündeme gelen bir diğer konu ise siyasetin demokratikleşmesi. Seçim barajının bütün demokratik ülkelerde ve AB standartlarına göre düşürülmesi, bunun ilk adımını teşkil ediyor. Bunun için AB’nin bütün “ilerleme raporları”nda Ankara’ya ilettiği “siyasî kirterler”in başında gelen, Türkiye’nin başta “AB müktesebatına üstlenmesine ilişkin ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgeleri”nde tahhüd ettiği seçim ve siyasî partiler kanununun değiştirilmesi gerekiyor. AKP’nin iktidara geldiği günde “Âcil Eylem Plânı”nda, “Türkiye’nin âcilen hukuk devleti zeminine oturması, temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin evrensel normlar ile AB kriterleri çerçevesinde yasaların süratle çıkarılması” kapsamında “bir yıllık süre” biçtiği; “seçim ve siyasî partiler sistemi”nin düzenlenmesi icâb ediyor. Daha sonra bütün seçim bildirgelerine ve hükûmet programlarına konulan bu düzenlemelere dair 16 Kasım 2003 tarihli “Recep Tayyip Erdoğan” imzasıyla verilen vaadin sonunda, basına ve kamuoyuna, “Taahüdlerimizi, süresi içinde yerine getirip getirmediğimizi sürekli izleyebilirsiniz; Ak Parti iktidarının ilk gününden başlayarak çetele tutabilir, bu vaadlerimizi tâkip edebilirsiniz” deniliyor. “Bu metinle kendilerini bağladıklarını; tek tek taahhüt altında tutma siyasî riskinin göze alındığı” nazara veriliyor…
SİYASÎ PARTİLER VE SEÇİM SİSTEMİ Bundandır ki, “terörle mücadele yöntemi”ni görüşmek üzere Başbakan’ın siyasî parti genel başkanlarıyla bir araya geldiği süreçte, Anamuhalefet Partisi’nin Meclis’e sunduğu ve ilk seçimlerde uygulanabilmesi için Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi isteğiyle “yüzde 7 oranlı esnetilmiş seçim barajı” yasa teklifi, büyük önem taşıyor. Gerçek şu ki bu oran da yüzde üç ile beş arasında kalan AB standartlarına göre yetersiz. Ve hâlen tatbik edilen yüzde 10 oranı, mevcut seçim sistemiyle “yönetimde istikrar” adına “temsilde adaleti” büyük ölçüde zedeliyor. Örneğin DYP’nin yüzde 9.5’la barajın altında kaldığı 2002 seçimlerinde olduğu gibi, Meclis’te temsiliyet oranı, yüzde 53’lere düşüyor. Seçmenin yüzde 47’sinin oyu boşa gidip Meclis’te temsil edilmiyor. Yine en son aynı seçimlerde yaşandığı gibi sürprizlere açık “yüzde 10 yüksek barajlı” sakat seçim sistemi yüzünden, yüzde 34 oy alan bir parti Meclis’in yüzde 65’ini, yüzde 20 civarında oya sahip diğer bir parti de yüzde 35 alan bir diğer parti de Meclis’in geri kalan yüzde 35’ini doldurabiliyor. Demokratik katılımda hakkaniyetli ve adaletli seçim sisteminin olmayışıyla, millet irâdesiyle Meclis arasında çarpık ve çelişkili bir yapı ortaya çıkıyor… Temsil kabiliyetinin çok uzağındaki yüzde 10 barajının düzeltilmesinin yanısıra, “Siyasî Partiler Kanunu” ile “Milletvekili Seçimi Kanunu”nda, seçmen irâdesinin Meclis’e aksetmesi için AB standartlarına göre düzenlemelerin yapılması, fevkalâde ehemmiyetli. Buna bağlı olarak siyasî partilerde genel merkez sultasına son verilmesi, merkezin aday tesbitinin yüzde beşlik gibi bir oranla sınırlandırılması, yargı tesbitinde kayıtlı seçmenle hâkim nezâretinde önseçime gidilmesi ve tercih sistemine geçilmesi, halkın kendi vekilini kendisinin seçmesi açısından olmazsa olmazlardan. Keza siyasî parti harcamalarının ve finans kaynaklarının bütün demokratik ülkelerdekine benzer tarzda denetiminin sağlanması, âcil düzenlemelerin başında geliyor…
AKP DE TAAHHÜD ETMİŞ… Ne var ki siyasetin demokratikleşmesi adına gerekli bu düzenlemeye ilk itiraz iktidar partisinden geliyor. Sık sık “demokratik açılım”dan dem vuran Erdoğan, garip bir biçimde “Türkiye henüz buna hazır değil” diyor. AKP sözcüleri, sonra üç ay sürecek referandum süreciyle el-an sancıları çekilen “Anayasa paketi”nde olduğu gibi, bu hususta da çeşitli bahanelerle uzlaşmaya yanaşmıyorlar. Peşinen teklifi “gayr-ı samimî” addedip, “kamuoyunu etkilemeye yönelik politik ve popülist bir girişim” olarak nitelendirerek reddediyorlar. “Niye bu saatte?” diye soruyorlar. “Darbe anayasası”na karşı her defasında vaad ettiği “sivil anayasa”yı bunca zamandır yerine getirmeyip rafa kaldıran, sekiz yıllık tek başına iktidarında ancak yarım yamalak kısıtlı bir “değişiklik paketi”nin hazırlanmasını “bu saate” bırakan hâliyle… Gelinen noktada 12 Eylül darbecileri koruyup kollayan geçici madde kaldırıldı; lâkin bütün ısrarlara rağmen iktidar partisi grubu darbecilerin yargılanmasını engelleyen “zamanaşımı”nı kaldırmadı. 28 Şubat “postmodern darbe”den kalma başörtüsü yasağı daha da artarak devam ediyor. Kur’ân kurslarında yaş yasağı sürüyor. İmam hatip liselerinin, meslekî ve teknik okul mezunları üniversite giriş sınavlarında katsayı haksızlığı hâlâ mağdur ediliyor. “Âcil Eylem Plânı”nda taahhüd edilen YÖK yasası hâlâ çıkarılmış değil… AKP iktidarı, hiç olmazsa sekiz yılın sonunda demokratik siyasî hayata bu “iyiliği” esirgememeli. Demokratikleşmenin önemli bir vetiresi olan siyasetin demokratikleşmesi adına millete ve AB’ye verdiği sözünde durmalı; öneriyi ciddiye almalı, sahip çıkmalı. Sorguladığı samimîyet bunu gerektirir… 13.07.2010 E-Posta: [email protected] |