Faruk ÇAKIR |
|
Tasarrufa ciddî dâvet |
Her türlü teknolojik gelişmeye rağmen, dünyanın ekonomik ve sosyal krizlerden kurtulamadığı malûm. Ekonomik ve sosyal krizlerin aşılması için çareler üreten çoğu kişi bir noktada birleşiyor: İsraf değil, tasarruf etmeliyiz. Yakın bir zaman önce bu konuda dikkat çekici tesbitlerde bulunanlardan biri de Kanada Merkez Bankası Başkanı olmuştu. Krizden çıkışın ‘israf’ta değil, ‘tasarrufta’ olduğunu söyleyen Kanada Merkez Bankası Başkanı Mark Carney, bütün dünyaya tasarruf çağrısında bulunmuştu. Mark Carney, dünyada global üretimde 2015 yılına kadar 7 trilyon ABD doları tutarında azalma olacağının öngörüldüğünü söyleyerek, “Tam anlamıyla bir tasarruf çağının başlaması için bütün gereklilikler ortada. Global ekonomilerin yeniden şekillenmesi ve geleceğin dünyasına uyarlanması için karar vericilerin ve iş dünyasının cesur adımlar atması ve yürekli kararlar alması gerek” demişti. (AA, 17 Haziran 2010) Bu defa benzer tesbitleri yapan ismi daha yakından tanıyoruz. Bir dönem ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı yapan Kemal Derviş de herkesi tasarrufa çağıranlar kervanına katılmış. Milliyet’in sorularını cevaplandıran Derviş şöyle demiş: “Latin Amerika’da kimse yüzde 35 tasarruf etmiyor, ama Doğu Asya ülkeleri yüzde 30, 35 tasarruf ediyor. Hele Çin yüzde 50 tasarruf ediyor. Çin’in kendine özgü bir sistemi var, onu ben de anlayamıyorum, çok aşırı... Ama sonuçta yeterli ölçüde istihdam oluşturan bir büyüme için yatırım, yatırımın da sağlıklı bir şekilde finanse edilebilmesi için tasarruf gerekiyor. (Soru: Tasarruftan kastınız mesela kamu harcamalarının kısıtlanması mı, yoksa sadece hane tasarrufu mu?) Hane tasarrufu, şirket tasarrufu ve devlet tasarrufu. Çünkü yatırım nedir, ileriye dönük kaynak ayırmak. Bugün harcamayım ki, yarın daha fazla üretebileyim... İşte bu yarına dönük toplumsal davranışlar tasarruf oluşturuyor. Bu bir şirket de olabilir, hane de olabilir, devlet de olabilir. (Soru: Ancak gelirler bu kadar düşükken (...) tasarruf nasıl olacak; çok zor değil mi?) Zor, ama eğer o hane o tasarruftan zaman içinde hayat seviyesindeki gerçek bir iyileşmeye, gelişmeye inanabiliyorsa bütün zorluklara rağmen tasarruf edebiliyor. Hindistan örneğini vereyim size. Hindistan’daki kişi başına gelir Türkiye’nin aşağı yukarı yedide biri. Ama millî tasarruf oranları yüzde 35, bizde ise yüzde 18. Yani bizden yedi kat daha yoksul olmalarına rağmen iki misli daha fazla tasarruf ediyorlar.” (Milliyet, 12 Temmuz 2010) Tasarruf da temelde İslâmın bir emri olduğu için, “Tasarruf edelim” diyenlere geçmişte pek de iyi nazarla bakılmamıştır. Aynen “faiz” konusunda davranıldığı gibi. “Faiz iyi değildir” demek bir zamanlar kanunen değilse bile fiilen yasaktı! Neredeyse hocalar bile hutbelerde, kürsülerde İslâmın bu konudaki hükmünü hatırlatmaya çekinirlerdi. Ama köprülerin altından çok sular aktı ve faizin “kötü” ve uzak durulması gereken bir “vasıta” olduğunu herkes anladı. İsraf ve tasarruf konusuna da bu şekilde bakmak mümkün. “Vur patlasın, çal oynasın” anlayışını hatırlatan israf sistemi, “Ahir zaman şahsının” da tavsiyesiymiş... O tuzağa düşmemek için her adımda bir değil, bin tasarruf edilse yeridir. Akıl için yolun “bir” olduğunu gösteren çağrıların artması temennisiyle... 13.07.2010 E-Posta: [email protected] |