Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Paketin tümü |
Önceki dört yazıda, referanduma sunulacak anayasa paketini oluşturan 26 maddeyi tek tek gözden geçirmiştik. Şimdi de toplu bir değerlendirme yapmaya çalışalım.Bir defa, maddelerin sıralanış biçiminde dahi görüldüğü üzere, pakette bir insicam yok. Alâkasız konular birbirinden kopuk maddelerle düzenleniyor. Yekdiğeriyle irtibatlı konular bile, araya başka maddeler konularak, rastgele yerleştirilmiş. En hafif tabiriyle dikkatsiz, özensiz ve savruk bir yaklaşıma işaret eden bu durum, anayasa değişikliğinin gerektirdiği ciddiyetle bağdaşmıyor. Keza kadın-erkek eşitliğine dair cümlesi kimilerince “pozitif ayrımcılık” diye övülüp desteklenen, ancak uygulamada müfrit feminist fantezilere prim verebilecek tarzda, son derece tuhaf bir ifadeyle kaleme alınan ilk maddenin üslûbu da aynı özensizliğin içeriğe ilişkin boyutuna bir örnek. Çocukları, yaşlıları, özürlüleri, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile mâlûl ve gazileri “pozitif ayrımcılık” kapsamına almaya yönelik maddenin de şu haliyle pratikte bir anlamı yok. Sendikalarla ve memurlarla ilgili “iyileştirmeler” ise muhataplarınca da tatminkâr bulunmadı. (Öte yandan, memur meselesinde Türkiye’nin asıl ihtiyacı, esaslı bir sistem reformuyla devleti küçültüp, şişkin ve hantal memur kadrolarını, mağduriyetlere yol açmadan azaltmak değil mi? (Aynı paketle anayasal kurum haline getirilecek Ekonomik ve Sosyal Konsey, bunun için gerekli mâkul ve gerçekçi formülleri üretebilecek mi?) Meclis Başkanının görev süresi veya hakim ve savcıların denetimiyle ilgili teknik kuralların referandum konusu yapılması bir başka tuhaflık. 27 yıldır 12 Eylülcülerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırılması, çoktan atılmış olması gereken çok gecikmiş bir adım ve şu aşamada sadece sembolik bir anlam taşıyor. Buna karşılık, Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının, Yüce Divanda yargılanma gerekçesiyle Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakana denk bir anayasal statüye kavuşturulmaları, sivilleşme gereğiyle çelişen bir düzenleme. Olumlu sayılabilecek düzenlemeler ise: Devletin çocuk istismarını önlemekle görevlendirilmesi; YAŞ ve HSYK’nın verdiği “meslekten ihraç” kararlarına karşı yargı yolunun açılması; AYM’ye üye seçiminde üç kişiyle de olsa Meclisin devreye sokulup, mahkeme üyelerinin görev süresinin 12 yılla—gerçi bu da uzun bir süre—sınırlandırılması; “Adalet Bakanlığını öne çıkaran düzenlemelerle yürütme yargıyı kontrol altına alacak” itirazları baş ağrıtmaya devam edecek olsa da—keşke bunları hiç değilse asgarîye indirecek birşeyler yapılsaydı—hakim ve savcı tayinlerinde HSYK’daki tekelci yapıyı kırabilecek ve daha demokratik sayılabilecek bir sisteme geçilmesi; yurt dışına çıkma hürriyetinin genişletilmesi; kişisel verileri koruma ve fişlemeyi önleme bahsinde kısmî iyileştirmeler getirilmesi; düzgün şekilde tanzim edilip iyi çalıştırılması ve iyi anlatılması şartıyla, kamu denetçiliği (ombudsmanlık) adıyla yeni bir hak arama mekanizmasının ihdas edilmesi; sivillerin askerî mahkemede yargılanamayacağı ve askerlerin askerlik dışı suçları için sivil mahkemede yargılanması prensibinin anayasal kural haline getirilmesi... Bunlar çok eksik ve yetersiz de olsa olumlu. Ama başta sıraladığımız gereksiz, hattâ yanlış düzenlemelerin de bunların içine sokuşturulması kafaları karıştırıyor. Paketin tümüyle oylanacak olması, yapılması gereken doğrulara “evet” derken yanlışları reddetmeye imkân vermiyor. Ama yanlışlar var diye doğrulara da “hayır” demek, meselâ YAŞ ve HSYK kaynaklı mağduriyetleri kısmen de olsa telâfi ihtimaline kapıyı aralama ve HSYK’yı nisbeten daha demokratik yapıya kavuşturma fırsatını harcamak anlamına gelebilir. Sonuç: Ehven tercih, yetersiz ve eksik doğruların hatırına referandumda “kerhen evet” demek, ama yanlışların hesabını, biriken diğer hesaplarla beraber seçim sandığında sormak gibi görünüyor. 18.07.2010 E-Posta: [email protected] |