Faruk ÇAKIR |
|
Tepkinin bittiği yer |
Hemen her gün birbirinden etkili hadiselerle karşılaştığımız için, artık bizim için ‘sürpriz haber, sürpriz gelişme’ kalmadı. Geçmişte yeri yerinden oynatan haberlerden ve dehşetlerden artık etkilenmiyoruz. Adeta, TV’lerdeki cinayet filmlerini izleyenler gibi ‘tepkisizlik hastalığına’ tutulmuş gibiyiz. Bir yönetmen, tamamen hayalî ve dehşet dolu bir ‘senaryo’ yazsa ve “Bu senaryodaki hadiseler Türkiye’de yaşanabilir mi?” dese, “Hayır, yaşanmaz, yaşanamaz” diyemeyecek durumdayız. Çok değil, meselâ 10 yıl önce; duyulduğunda “yer yerinden oynar” dediğimiz hadiseler artık sıradan hadiseler gibi karşılanıyor. Telefonlar dinleniyormuş, gizli çekimler yapılıyormuş, namaz kılanlar takip edilip haklarında dosya oluşturuluyormuş, eşi başörtülü olan bazı memurlar ‘fiş’leniyormuş ve benzeri ‘iddia ya da haber’ler artık hiç kimseyi şaşırtmıyor. Sanki, “Ee, ne yapalım. O kadar ‘kabahat’ kadı kızında da olur!” tavrı sergileniyor. Birbirinden vahim iddialar duymuştuk, ama bazı ‘silâhlı memur’ların terör örgütünü korudukları, onları zora sokan ‘insansız uçak’ların düşürülmesini dahi talep edebilecek kadar ileri gittiklerini duymamıştık. Bu iddianın manşete taşındığını da duyduk, (Bugün, 15 Temmuz 2010) ama bu iddiadan daha vahim olan; ‘yetkililer’in sessiz kalmasıydı. “Ee, ne yapalım. Bazı silâhlı bürokratlar terör örgütüne yardım hesabına geçen sözler söylemişlerse söylemişler, ne var bunda” anlamına gelen suskunluk, aradan iki gün geçtikten sonra bozulmuş olsa da ilk günkü sessizlik tarihe geçti bile! Tekrar edelim: Söz konusu iddia, bu güne kadar duyulanların en büyüğü. Aradan bir iki gün geçtikten sonra anlaşılıyor ki, Millî Savunma Bakanlığı konu ile ilgili iddiaların araştırılmasını ya da soruşturulmasını istemiş. (Taraf, 17 Temmuz 2010) TBMM Başkanı da yaptığı açıklamada, “Bu çok ciddî bir iddiadır. Mutlaka bu iddiayla ilgili Genelkurmay Başkanlığımız, kendi içinde bir inceleme, değerlendirme, soruşturma yapacaktır. Bu inceleme ve soruşturma sonucu ortaya çıkınca açıklama yapması her halde daha uygundur diye düşünmüş olacaklar’’ demiş. (AA, 17 Temmuz 2010) Böyle bir iddia ‘hür ve demokrat bir ülke’de duyulduğunda, tabir yerinde ise ‘yer yerinden’ oynar. Böyle bir iddianın üzerinden değil günler, saatler geçmeden ‘her ihtimale karşı’ bazı ‘yetkililer’ açığa alınır, belki de on koldan soruşturma ve inceleme başlatılır. Bizde ise bu ciddî iddia ‘kayıtlar’a geçtiği halde bir anlamda ‘yapanın yanına kâr’ kalmış. Gazeteye manşet olması ise neredeyse 2 yıl sürmüş. Böyle ciddî bir iddianın açıklığa kavuşmaması ve yaklaşık olarak 2 yıl sürüncemede kalması kabul edilebilir bir durum mudur? Peki, bu ihmal ve ertelemenin Türkiye’ye neye mal olduğunu hesaplayabilen var mı? Benzer şekilde hadiseler yaşandı ve bunlar için de ülke olarak ağır faturalar ödediysek, bunun sorumlusu kimdir? Başta hükümet olmak üzere, suçlanan kurumların bir gün bile beklemeden kamuoyunu bilgilendirici açıklamalar yapması beklenir. Elbette muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarının sorumluluğunu da unutmamak lâzım. ‘Sıra’nın bize de gelmemesi için hiçbirimiz; haksızlık ve yanlışlıklar karşısında susmayalım... 18.07.2010 E-Posta: [email protected] |