Faruk ÇAKIR |
|
Sonra da güvenmemizi bekliyorlar! |
Dünyaca tanınan bir iş adamının, “Müşterilerimin ‘güven’ini kaybetmektense, sermayemi kaybetmeyi tercih ederim” anlamındaki sözü çok meşhurdur. Bu ve buna benzer tesbitler sadece ticarî hayat için değil, diğer sahalarda faaliyet gösterenler için de geçerlidir. Elbette aynı değerlendirmeleri siyasetçiler için de yapabiliriz. Milletin güvenini kaybeden bir siyasetçi, amiyane tabirle “ağzıyla kuş tutsa” bir işe yarar mı? Tarih, her konuda ‘güven’ kaybedenlerin belini doğrultamadığına şahittir. Doğrulukları kendilerinden menkul araştırmalara göre ‘en güvenilir kurum’lar listesinde ekseriyetle birinci gösterilen TSK adına yapılan açıklamalar da mihenge vurulmalı. Malûm, Türkiye gündemini uzun süre meşgul eden bir “ıslak imza” tartışması vardı. Buna göre bir ‘darbe’ planı yapılmış ve bu plan, bir albay tarafından imzalanmıştı. Genelkurmay başkanı belki de on defa, bu imzanın ‘sahte ve uydurulmuş’ olduğunu ifade eden açıklamalar yapmıştı. Onlara göre bu ‘belge’nin hukukî bir değeri yoktu ve maksat, “Milletin TSK’ya güvenini sarsmak”tan ibaretti. Peki, bügünkü manzaraya bakalım: Düne kadar inkâr edilen ‘ıslak imzalı belge’yi askerî savcılık da ‘doğru’ kabul etmiş, fakat belgenin maksadı konusunda farklı değerlendirmeleri var. Askerî savcılığa göre belge, ‘TSK’nın itibarını zedelemeyi’ hedef almış. (Milliyet, 14 Temmuz 2010) Aynı belge ile ilgili olarak sivil savcılık çok önceden tesbitini yapmış ve “Darbeye zemin hazırlama” olarak açıklamıştı. Ortada birinin ‘beyaz’ dediğine diğerinin ‘siyah’ dediği ciddî bir durum var. Çelişkiler sadece bununla da sınırlı değil. Askerî savcılık, Genelkurmay başkanı ile de çelişmiş. Çünkü askerî savcılık ‘belge’yi, hazırlayan albayın medyaya sızdırdığını belirtirken, Genelkurmay başkanı bu ‘sızdırma’yı polisin yaptığını söylemişti. (Agg.) Sadece bir örnekte bile üç beş çelişki yaşanırsa millet bu kurumlara nasıl güvensin? Bu hadisenin temelinde ‘ıslak imza’ vardı. İddiaya göre ‘suç unsuru olan belge’deki ıslak imza ‘sahte’ idi. Önüne gelen bunu ileri sürüp, darbe planlarını inkâr ettiler. Milleti bu noktada inandırmak için mahkeme saloluna ‘imza makinası’ bile götürüldü. Şimdi ise ‘ıslak imza’nın inkârından vazgeçildiği anlaşılıyor. Topraktan çıkan ‘lav’ silâhlarına ‘boru’ diye tahfif, darbe planlarındaki ‘ıslak imza’ları inkâr, ‘pimi çekilerek askerin eline verilen el bomba’sında inkâr, inkâr, inkâr... Zaman geçtikçe bütün bu inkârların yanlış olduğu ve aksi iddiaların doğru olduğunun ortaya çıkması... Bütün bunlara rağmen milletin bu kurumlara ve onları temsil edenlere inanması, güvenmesi bekleniyor. Bunca sözlerin doğru çıkmaması güveni devam ettirebilir mi? Yeri geldikçe tekrarlıyoruz: Herkes hata yapabilir. Önemli olan ‘hata’larda ısrar etmemek, bunlardan ders almak ve doğru ortaya çıkınca da ona dört elle sarılmaktır. Türkiye’yi idare edenlerin bunun tam aksine davranması inanın insanı çok üzüyor. Böyle yapmakla hem itibarlarını kaybediyorlar, hem de inandırıcılıklarını... Her adımda büyük ‘lâf’ların içinin boş çıktığını gören millet, bu sözleri sarf edenlere güvenir mi? 15.07.2010 E-Posta: [email protected] |