M. Latif SALİHOĞLU |
|
Duânın abdesti |
Sakın, başlığa bakıp hemen "Duânın da abdesti mi olur?" diye, itirazvârî bir düşüncenin içine girmeyin. Evet, olur. Guslün, namazın abdesti olduğu gibi, duânın da kendine göre temizlik, tahâret, yani abdest safhası vardır. Duânın abdesti bir "mânevî temizlik" şeklinde olup, Yirmi Üçüncü Mektub'un hemen başlarında, mevzuyla alâkalı olarak serd edilen listesnin ilk maddesinde aynen şu ifade yer alıyor: "Duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli." (Mektûbat, s. 270) Evet, sair ibadetler gibi, duâ da bir ibadettir. Ve, bu ibadete başlarken, önce tevbe–istiğfar çekerek, şöyle güzelce bir "mânevî temizlik" yapılmalı. Aksi halde, duânın "kabule karin" olma şartlarının birincisi yerine getirilmemiş olur. Burada, şu ayrıntıyı da belirtmekte fayda var: Abdestsiz şekilde namaz kılınmaz; zira o namaz, kabul olunmaz. Dolayısıyla, namaz için abdest almak farzdır. Duâ meselesinde ise, durum şöyledir: Duâ, abdestsiz de yapılabilir. Lâkin, hem normal abdestli olup, hem de "tevbe–istiğfar" ile mânevî temizlik yapılması halinde, duânın hem "makbul" olma, hem de kabule karin/yakın olma şansını, imkânını ziyadeleştirmektedir. Üstelik, duâya başlarken "mânevî temizlik" yapmanın herhangi bir zahmeti, meşakkati de bulunmamaktadır. O halde, duâ ederken, bu temizlik neden yapılmasın, bu abdest niçin alınmasın? Bizler günâhlara mâruz insanız, hatalarla mâlûl beşeriz. Bazen farkında olmadan da hata işleyebiliyor, yahut günâha girebiliyoruz. Onun içindir ki, her gün, her saat, belki her an tevbe–istiğfarda bulunmaya ve "tecdid–i imân" etmeye muhtacız. Kaldı ki, Cenâb–ı Hak da, hata yapan, günah işleyen kulunun Dergâh–ı Uluhiyetine müracaat etmesini ve samimi bir niyetle tevbe–istiğfarda bulunup Kendisinden af dilemesini istiyor. Yani, "af" için de, öncelikle ve özellikle "tevbe" edilmesi gerekiyor. Kurtulmanın ve affa uğramanın başka bir yolu, başka bir çaresi yok.
Tevbesiz yeni duâlar ediliyor
Hakikat–i hâl, yukarıda ifade edildiği gibi olmakla beraber, günümüz bazı insanlarının, eski günahlarının üstüne yatarak, yeni birtakım duâ ve temennilerde bulunduklarına esefle şahit olmaktayız. Eskiden, meselâ 20–30 sene evvel, deste deste duâlarla destek verdiği, hatta meddahlıkla göklere çıkardığı bir mesele hakkında, şimdi yüz seksen derece dönüşle tam tersini yapanları hayretle izlemekteyiz. Bunlar, eskiden göklere çıkardığını, şimdi yerin dibinde göstermekle meşgul. Eskiden "ihanet–i vataniye ve milliye" şeklinde gösterdiği bir hareketi, şimdi tam zıddı mânâdaki bir mahiyette gösteriyor. Eskiden en büyük sevap olarak lanse ettiğini, şimdi en büyük günahlar listesinde tasvir ediyor. Eskiden, methettiği şeye taraftar olmayanları anarşistlerle birlikte görüyordu; şimdi ise, bu kez dönüp zemmettiği aynı şeye taraftar olanları teröristlerle aynı safta göstermeye çalışıyor. El–aman, bu ne yaman çelişki böyle... Bu derece keskin dönüşler yapılırken, hani keşke tevbe–istiğfarda bulunulsaydı; keşke işlenen onca günahların affı için şöyle hulûs–i kalp ile nedâmet edilseydi; hiç olmazsa "Anarşistlerle, komünistlerle aynı saftasınız" diye yaftalayıp itham ettikleri din kardeşlerinden özür dilenseydi, en azından onlardan bir helâllik istenseydi... Maalesef, bunların hiçbirinin yapıldığına şahit olmadık. Hayretler içinde, şimdi birtek şeyi görmekteyiz: Eksi günahlardan dolayı tövbe–istiğfara gitmeyerek, aynı meselede şimdi tersine duâlar yapılıyor, temenniler sıralanıyor. Üstelik, bu duâların "abdestsiz" yapılması bir yana, isnat ve ithamlar da, yine eskisinin tam tersi istikametinde gırla gidiyor. Aman ha, namaz gibi, duâya da abdestsiz başlamamaya dikkat edelim.
Tarihin yorumu 15 Temmuz 1974
Kıbrıs'ta EOKA darbesi
Türkiye ile Yunanistan (dolayısıyla Türklerle Rumlar) arasında sık sık gerilimlerin yaşandığı Kıbrıs'ta bir askerî cunta darbe yaptı. (15 Temmuz 1974) Darbeciler, Rum lider Makarios'u devirip yerine Nikos Sampson isimli bir örgüt liderini getirdiler. EOKA–B isimli terör örgütü lideri Sampson'a yardım edenler ise, Yunanlı subayların yönetimindeki "Ulusal Muhafız Alayı"ndaki Rum askerler. Bu durum gösteriyor ki, darbenin arkasında Yunanistan'daki cunta hükümetinin desteği var. Rum ve Yunan cuntacılarının maksadı, işi oldu–bittiye getirerek, Kıbrıs'ı bütünüyle Yunanistan'a bağlamak. Türkiye, bu gelişmelere kayıtsız kalmayacağını ve gereğini yapacağını dünyaya duyurdu. Türkiye, 1959'da DP hükümeti sayesinde elde etmiş olduğu "Garantörlük Hakkı"nı kullanarak harekete geçti. Uluslararası görüşmelerden olumlu bir netice çıkmayınca da, 20 Temmuz'da Kıbrıs Harekâtı'nı gerçekleştirerek, cunta idaresine son verilmesini sağladı. Ne var ki, Türkiye, bu hadisede yalnız kaldı. Müttefiklerin yardım etmesi bir yana, onların ambargosuyla karşılaştı. Kıbrıs'ta iki toplumlu bir idare kuruldu. Ancak, bu yeni yapı, aradan 36 sene geçmesine rağmen hiçbir ülke tarafından henüz kabul edilmiş değil. Yani, adanın yeni statüsüyle ilgili olarak, Türkiye'nin yalnızlığı bugün de devam ediyor. 15.07.2010 E-Posta: [email protected] |