M. Latif SALİHOĞLU |
|
Korsan bilgiler |
Fikir sahasında yaşanan en anlamsız, en faydasız, en gereksiz tartışmalar, tahkik edilmeden ortaya atılan bilgi kırıntılarına dayanıyor. Bunlara, aynı zamanda "korsan bilgiler" de denilebilir. Yani, birilerine isnat edilerek ortaya atılan bir fikrin, bir bilginin, yahut bir iddianın, gerçekte sahibi yoktur. Ama, sahipsiz olmasına rağmen, o söz veya fikir korsanlar tarafından birilerine mal ediliyor ve üzerinde hararetli tartışmalar yapılabiliyor. Fikrî tarışmaların, ilmî müzakerelerin mutlak faydasına inananlardanız. Lâkin, işin içinde kaçak oynamak, korsan davranmak olmamak şartıyla... * * * Türkiye medyasında, hararetli tartışma konuları eksik olmaz. Bunların bir kısmı, son derece yararlıdır. Zira, tarafların gizlisi, saklısı yoktur. Yalansız ve maskesiz konuşurlar. Tartışmaların diğer bir kısmı ise, can sıkmanın ötesinde bir kıymet–i harbiyesi yoktur. Çünkü, doğru dayanaktan, sahih kaynaktan yoksundurlar. Kelimeler, ağızdan ağıza, kulaktan kulağa dolaşarak, bir dizi yalana, yanlışa bulanmışlardır. Asıl mânâsından saptırılmış, hatta yer yer tersine döndürülmüş bir fikrin nesini konuşacak, nesini tartışacaksınız? Ortada doğrudan eser kalmamış ki, konuşup da doğru bir hedefe varasınız... İşte size birkaç misâl. Hakiki Türklükle hiç alâkası olmayan bir Frenkmeşrep Türkçü, meselâ çıkıp diyor ki: "Kürtçü ve bölücü olan Said Nursî, Türk talebelerine evlenmemelerini öğütlerken, Kürtlere ise çokça evlenmeleri ve nüfus itibariyle çoğalmaları tavsiyesinde bulunmuş." Şimdi tutup da bu safsatanın nesini tartışacak ve bu zırvanın neresini tevil edeceksiniz? Zira, bu iddianın dayandırıldığı bir delil yok, bir kaynak ismi yok. O halde, bu tür saçmalıklar için zaman ve enerji harcamaya da gerek yok. * * * Bir başka misâl de şudur: Asabiyet damarının kabarması sebebiyle muvazeneyi kaybetmiş bir Kürtçü de çıkıp diyor ki: "Said Nursî, esasında Şeyh Said kıyamına (1925) katılmak istemiş de, buna muvaffak olamamış. Bundan dolayı da çok üzülmüş, falan." Al birini, vur ötekine... Bu da, aynı diğeri gibi delilsiz, kaynaksız, tahkiksiz, kuru bir saçmalıktan ibaret. Üzerinde durmaya hiç gerek yok. Zira, Said Nursî'nin sergüzeşt–i hayatı gibi, eserleri de meydanda. O zât, hayatının hiçbir safhasında ve 130 adet eserinin hiçbir yerinde ne ırkçılık fikrine iltifat etmiş, ne de şiddete dayalı hareketlere taraftar olmuştur. Keza, çıkarılmış olduğu hiçbir mahkeme tarafından, bu cihette bir suçu bulunamamış ve cezalandırılmamıştır. Şayet, ırkçılık, bölücülük ve kan dökmeye yönelik en ufak bir fikri, bir hareketi tesbit edilmiş olsaydı, hiç şüphesiz, onu idam ve imha etmek isteyenler, bunu tepe tepe kullanarak, dâvâsını lekedar etmeye çalışacaklardı. O halde, hiçbir mahkemenin isnat edemediği bir suçu, başkası niçin isnat etmeye yelteniyor? Demek ki, ortada bir kaçak, bir korsanlık hareketi var ki, buna beş para değer vermeye gelmez. Bu korsan müfteriler, bırakalım iftiralarıyla başbaşa kalsınlar.
Tarihin yorumu 20 Temmuz 1402 Fetrete yol açan Ankara Savaşı
Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovasında 20 Temmuz 1402'de Timur Han ile Yıldırım Bayezid Hanın kuvvetleri arasında yaşanan savaş, Osmanlı ve Anadolu tarihinin seyri açısından ciddî bir kırılmaya sebebiyet verdi. O gün 14 saat müddetle göğüs göğüse yaşanan savaşta Osmanlı tarafının yenilmesi sebebiyle, Osmanlı fütûhatı sekteye uğradı. En az on yıl süren bir fetret devresine girilmiş oldu. Bu fetret kâbusu, aynı zamanda şezadeler arasındaki taht mücadelesine yol açtı. * * * Savaşın sonlarına doğru, Anadolu Beylerinin Timur tarafına geçmesi, Niğbolu kahramanı Yıldırım Bayezid'in işini zorlaştırdı. Yalnızlığa mahkûm edilen Sultan Bayezid, neticede esir düşmekten kurtulamadı. Esaret hayatının kahrına dayanamayınca da, kısa bir süre sonra vefat etti. * * * Osmanlı'nın Ankara mağlubiyeti, sağlanmak üzere bulunan Anadolu birliğinin yeniden bozulmasına yol açtı. Beylikler, eski dağınık ve çekişmeli hallerine geri döndü. En önemli husu ise, fetih maksadıyla ara ara kuşatma altına alınan İstanbul (Konstantiniye), fetih sürecinden uzaklaşmış oldu. Osmanlı şehzadeleri, birbiriyle uğraşmaktan, bu dönemde hiçbir fetih hareketiyle ilgilenemedi. Aksine, Selanik gibi mühim bazı şehirler kaybedildi ve fetret devrini sonuna kadar Bizans'ın eline geçmiş oldu. * * * Ankara Şavaşı, ikisi de Türk ve Müslüman olan iki taraf arasında bir kuvvet ve hakimiyet mücadelesiydi. Neticede, zarar üstüne zarar yaşandı. Kardeş kavgası iki tarafa da yaramadı. En az 50 bin insanın hayatına mal olan bu savaş, hiçbir meseleye kalıcı bir çözüm getirmedi. Üstelik, sultanlar da, bu tarihten sonra huzurlu bir hayatı yaşayamadı. Sultan Bayezid, savaştan bir sene sonra (1403), Timur Han da iki sene kadar sonra (1405) dünyaya vedâ edip gittiler. Hasıl olan tahribatın tamiri ve zararların telâfisi ise, 20 seneden fazla bir zaman aldı. Dünden bugüne gelecek olursak, şunu diyebiliriz: Ankara savaşlarının kimseye bir faydası yok. Dahilî çekişme arenasından uzak durulmalı. Zira, zemin kaygan ve kırılgan. Dengeler, hiç umulmadık şekilde değişebiliyor. 20.07.2010 E-Posta: [email protected] |