Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Hizmetlerimizin ön şartı uhuvvet |
Etkili ve kalıcı bir hizmet nasıl olmalı diye hep düşünürüz... Bazan da kendi aramızda bu konuda fikir alış verişinde bulunur, çare arayışlarına gireriz... Çünkü kayda değer, üzerinde kafa yormaya değer bir meşgaledir bu Nur hâdimleri için... Elimizin altındaki hak ve hakikatları ne şekilde, hangi tarzda daha cezbedici, daha çekici hâle getirebiliriz? Bilmeden, öğrenmeden bu hakikatlerin tebliği olur mu? Malûmat sahibi olmadan kimlere neyi anlatabiliriz ki? O halde okumadan, istenilen malûmata sahip olunabilir mi? O halde bilmenin, öğrenmenin yolunun okumaktan geçtiğini söylemeye gerek var mı? Peki dâvâya hizmet yolunda okumak yeterli mi? İstenilen kültüre, bilgiye okuyarak sahip olmak kâfî mi dersiniz? Yani çok okuyan, çok bilen, çok öğrenen çok hizmet edebilir diyebilir miyiz? Veya şöyle diyelim: Okumayan, öğrenmeyen, bilmeyen hizmet edemez diyebilir miyiz? Veya çok çok okuyan, çok bilen, çok hizmet eder; az okuyan, az bilen az hizmet eder diyebilir miyiz? Bir de şöyle düşünelim: İhlâs olmadan, uhuvvet olmadan herhangi bir hizmetten bahsedebilir miyiz? Tesanüd, birlik beraberliğin olmadığı bir yerde etkili ve istikametli bir hizmet olabilir mi? İhlâsın olmadığı, uhuvvet ve kardeşliğin zedelendiği bir ortamda ne kadar okursak okuyalım, ne derece bilgi ve malûmata sahip olursak olalım istenilen bir hizmet olur mu? Burada Hulusi Ağabey’in şu tesbitine kulak verelim isterseniz: “Uhuvvet ruhu gelişmeyen bir Nur Talebesinde yalnız malûmat gelişse, o zaman onunla tahakküm yapar, sanki gardiyan olur.” Görüldüğü gibi uhuvvetin olmadığı yerde, bilgi ve malûmâtın bir kıymeti olmadığı gibi, Nur hizmetlerinde katiyyen olmaması gereken “tahakkümü” beraberinde getirmiş oluyor ki, bu çeşit faydasız, zararlı bilgi ve malûmatlardan Allah’a sığınmak gerekir. Çünkü bu hizmetlerin temelinde uhuvvet vardır. Karşılıklı kardeşlik bağlarının zedelendiği, onun yerine kin, garaz ve adavet gibi çirkin hasletlerin devreye girdiği ortamlarda herhangi bir hizmetten bahsetmek mümkün değildir. Onun için şöyle diyebiliriz: Önce uhuvvet, sonra bilgi ve malûmat... Veya ikisi beraber... Hulusi Ağabey bu tesbitinin devamında da; “Hem marifet sırrı da gelişmiyor, açılmıyor. Risâleyi okuyor, malûmatı artıyor, fakat marifeti, istikameti ve ihlâsı artmıyor. Çünkü uhuvvet, şahs-ı mânevîmizin ruh-u mânevîsi hükmündedir, dâvânın kayyumu mânâsındadır” diyor. Görülüyor ki, okunan dersler yalnız başına çoğu zaman yeterli olmuyor. Okunarak elde edilen bilgi ve malûmatlar istikameti, ihlâsı, uhuvveti netice vermiyorsa, maksat hâsıl olmamış sayılır. Beklenilen neticenin, arzulanan semerenin alınabilmesi, ancak uhuvvetin sağlanmasıyla mümkündür. Bilgiler, malûmatlar eğer sevgiyle, tevazu ile, mahviyetle takviye edilmezse, çoğu zaman istenilen neticeyi almak mümkün olmuyor. Bediüzzaman’ın “tefani sırrı” dediği mânâ tahakkuk etmezse, yani Nur dairesi içindeki fertler yaşları başları, bilgileri, kabiliyetleri ne olursa olsun, eğer tam bir mahviyetle birbirinde fani olup yok olmazlarsa, beklenen ve arzulanan kardeşlik havasının oluşması zorlaşır ve arzulanan hizmet vücuda gelemez. Öğrenmeden, bilmeden doğru ve isabetli bir hizmetten bahsetmek de elbette zor. Bu yönü ile Nur hizmetlerinin temel tarzlarını, hizmet metodlarını, tebliğin şeklini bilmek ve o çerçevede davranmak elbette önemli bir zarûret. Lâkin yalnız başına bunlarla neticenin alınmasının zorluğunu gözardı etmemek gerekir. Nur hâdimleri olarak bilgilerimiz, malûmatlarımız, Hulusi Ağabey’in tabiriyle bir nevî “gardiyanlığa”, yani başkalarına tahakküm etmeye sebep oluyorsa, kendi açımızdan ciddî bir nefis muhasebesine ihtiyaç vardır diye düşünüyorum. 22.07.2010 E-Posta: [email protected] |