Ahmet DURSUN |
|
Sevebilseydik |
Her şeyin başlangıcı küçüktür. Küçük şeyler büyük işlerin özünü oluşturur. Koca bir baharın müjdesi küçük bir tomurcukta saklıdır. Bir tomurcuk bütün gülümseyişlerin başlangıcı olabilir. Kalpleri sıcacık duygularla bezeyen gülümseyişler sevgi kıpırdanışlarının ilk adımıdır. Bu kıpırdanışlar huzur iklimlerine yol açan kımıldanışları beraberinde getirir. Kimileri vardır “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi/Kâh inerim yer yüzüne seyreder âlem beni” diyebilecek kadar âşıktır, gönlüne bütün kâinatın sevgisini sığdırır. Kimileri vardır, sevmemeye yeminli gibi, mühürlü kalbi küçücük bir tebessüme bile kapalıdır. İkinciler çoğaldıkça kalpler küçülür, mideler büyür. Mideler büyüdükçe millet küçülür. Çölden gelen adavet, muhabbeti kovar, şehirler çölleşir. Çorak kalpler çöl kanunlarına esir düşer. Bizi çöl kanunlarından kurtaracak sır içimizdedir. “Levlake” bir sırdır, ruhu sevgidir. Sevgi, eşsizliğini bu sırra borçludur. Bu sırla insan yaradılışın gizemini çözer, bu sırla gizli hazineleri içinde barındıran kalplere hükmeder. Bu sır, ‘Vedud’un eşşiz güzellikleriyle bizi tanıştırır. Bu tanışıklık “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” yüceliğini beraberinde getirir. Bu sır çölleri şehirleştirir, kalpleri yeşertir. Bu tanışmayı erteleyenler huzursuzluk iklimlerinde kendilerini boğarken içinde yaşadıkları toplumları da adavet, husûmet, kin ve nefret zehirleriyle zehirlerler. “Mutluluğu aramadığım yer kalmadı” diyenler yanı başındaki mutluluğu göremeyenlerdir, bu sırrı bilemeyenlerdir. Mutluluk acaba bize göklerden mi gelecektir? Mutluluk, elimizdekiler ve yanımızdakilerdir. “Mutluluk, mutluluğu başkalarının mutluluğunda arayan akıllı ve vicdanlı insanların hakkıdır.” Vicdan, kapalı kapıların anahtarıdır. Ben bir insan idim, topraktan bir candım. Yokluk da varlık da benim içindi. Paçavralar altında da bendim, kaftanlar içinde de. Beni beğenmeyenler bana bir elbise biçtiler; giysimle beraber ruhuma da hükmettiler, üstüme geçirdikleri elbiseyi ruhuma da giydirdiler. Modernlik elimdekileri aldı götürdü, kalbimi söktü, gözümü kör etti. Elimde kandil, kaybettiklerimi aramaktayım. Bir kandil ışığı yolumu aydınlatan… Etrafta bir koşuşturmaca var. Bağırışlar, çağırışlar, haykırışlar… Evetçiler ve hayırcılar… Dinciler ve bilmem neciler… Laikler ve antilaikler… Kürtler ve Türkler… Ayılanlar bayılanlar… Aman kandil ışığım sönmesin! Dünya muhabbeti bütün hataların başıymış. Dünyayı sevdiğim gibi seni de sevebilseydim, dünyayı sevdiğin gibi beni sevebilseydin. Ekmek kavgamın birazını bir kalp için verebilseydim. Hayat cazibedarmış… Bu cazibedarlık içinde unuttuk her şeyi ve herkesi. Bir yaradanım varmış. “Kimsesiz kaldım meded ey kimsesizler kimsesi!” Memleketim ve milletim… Nerdesin? Gaflet ve hıyanet için beni uyaranlar ne büyük hıyanetin içindeymişler. Sen ve onlar, bizler ve ötekiler, Fenerliler ve Cimbomlular… Ne çabuk bölünmüşüz, biz ne zaman sen ve ben olmuşuz? Biz nerdeyiz? Sevgi anlamsızmış, sadece şarkıymış, eski bir hatıraymış. Yapma dostum! Hiç mi sevmedik birbirimizi, hiç sevemez miyiz birbirimizi? Playstation gibi hayatımız… Joistik hep başka ellerde. “Evet ya da hayır, gel ya da git. Ya sev ya terk et… Başüstüne paşam! Sanal âlemlerin sanal çocuğuyum. Bir tabela gördüm geçenlerde; “Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur.” Meğer ne hastalıklıymışım. “Adavete muhabbet”in paralı askeriymişim. Bir kalbim varmış, bir kalbe bin kin, bin nefret ekmişim, kendime düşmanlar yetiştirmişim. İçim dışım düşmanmış; çatıştıkça çatışmışım, kapıştıkça kapışmışım, düşmanlığa alışmışım. Menfaatin, bencilliğin, bananeciliğin canavarı olmuşum. Ah be dostum! Sana nasıl kıymışım, bana nasıl kıymışsın? Sen bendeymişsin ben sendeymişim; sen benmişsin, ben senmişim, sen ve ben bizmişiz. Vakit çok değil; henüz vakit çok erken. Elimi uzatsam sıkar mısın? İyi, bi el at da kurtaralım şu memleketi. 22.07.2010 E-Posta: [email protected] |