Ahmet BATTAL |
|
Meslek birlikleri ne işe yarar? |
Sıla-i rahim ve tebdil-i mekân için Karadeniz’deyim. Ziyaret niyetiyle çarşı içinde gezerken birşey dikkatimi çekiyor. Esnaf, işyerini, önceki yıllara nazaran neredeyse bir saat daha geç açıyor ve iki saat daha geç kapatıyor. Aynı esnaf bir yandan da halinden şikâyetçi; geç saatlere kadar dükkânını açık tutmak yüzünden ailesine ve komşularına vakit ayıramamaktan yakınıyor. “Mecbur musunuz?” diyorum, “Herkes böyle, ne yapalım” diyorlar. Benzer şikâyeti, aynı sebeple sohbet meclislerine gidemeyen esnaf dostlarımdan da duydum. “Demek bu mesele memlekete hakikî hizmet için de ehemmiyet kesbetmiş” dedim ve fikrimi aklınıza misafir etmek üzere klavyeye yapıştım. Esnaf, tüccar, imalâtçı ve sanayicinin meslekî sebeple üye olacağı iki tür örgüt vardır: Üyeliği gönüllülük esasına dayanan meslek dernekleri ve üyeliği mecburî meslek birlikleri (odalar). Anayasaya ve kanunlara göre, dernek ve vakıflar özel hukuk tüzel kişileridir ve gerçek kişilerle aynı hak ve yetkilere sahiptir. Oysa meslek birlikleri kamu kuruluşu niteliğindedir. Kamu hizmeti yapabilmenin bir gereği olarak, kamusal güç ve yetki kullanırlar: İstimlâk yapabilirler, vergi tahsil ederler, siyah plâkalı araç kullanırlar, kamu denetimine tâbidirler, v.s. Ancak meslek birlikleri, o mesleğe mensup gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin mecburî de olsa üyeliği ve yönetime katkısı ile, yani demokratik usûllere göre yönetilirler ve bu özellikleri sebebiyle bir mânâda sivil toplum örgütü sayılırlar. Bir kuyumcu derneği, bir üyesine, en fazla “üyelikten ihraç” cezası verebilir. O da gidip yeni bir kuyumcu derneği kurmaya teşebbüs ederse bunu kimse engelleyemez. Oysa bir meslek odası, kanundan kaynaklanan kamusal yetkisi sebebiyle meslekî teamüller belirleyebilir, emir ve yasaklar koyabilir ve uymayan üyesine, durumuna göre, ağır kamusal müeyyideler uygulayabilir. Günümüzde meslek örgütleri, üyelerini hizaya sokmaya değil, meslekî dayanışma adı altında, üyelerini, haksız da olsalar müşterilere karşı güçlendirmeye veya korumaya çalışmaktadırlar. Oysa meslek birliklerinin en temel görevi iç denetim ya da meslektaş denetimidir. Çürük köseleyle ayakkabı yapanın pabucunu dama ahilerin loncası atmalıdır ki, damdaki ayakkabıyı gören her müşteri bu cezayı da görsün ve alış verişi bu bilgiyle yapsın. Komşu esnaf da bilsin ki hile yaparsa sıra kendisine de gelecek. Meslek birliklerinin bir başka önemli görevi de ortak uygulama kuralları belirlemek ve uygulanmasını gözetmektir. Bu kapsamda galiba en ciddî görevlerden biri mesai saatlerini düzenlemek ve uyulmasını sağlamaktır. Bilebildiğimiz kadarıyla, eczacılar, mesai kurallarına sıkı biçimde uyuyorlar. Ne de güzel oluyor, bir haksız rekabet yaşanmıyor. Aynı uygulamayı niçin diğer meslek erbabı da yapmasın? Nitekim bazı ülkelerde özel sektör halen sıkı mesai kurallarına uyuyor. Bizde de otuz-kırk yıl öncesine kadar bu kurallar vardı ve uyulurdu. Piyasanın, gerekirse meslekî otoritenin de öncülüğüyle, kendi kendisine bir çekidüzen vermesi lâzım ve bu herkesin işine gelir: Hem esnaf ve işadamı ile işçisi memnun olur, hem de müşteri. Zira müşteri dediğin de zaten, diğer esnafın eşidir, çocuğudur ya da kardeşidir. Böylece esnaf da, müşteri kaçırmamak adına göz ucuyla da olsa rakip komşunun kepenkleri akşam kaçta kapatacağını murakabe etmeye çalışmaktan ve onunla bu biçimde kıran kırana rekabet etmekten kurtulmuş olur. Yeter ki, her şehirde, her bir meslek grubunda öncü durumunda olan bazı kişilerin meslekî temayülleri (eğilimleri), meslekî yeknesak teamüller (tek tip uygulamalar) belirlemeye ve bunları sahiplenmeye yönelik olsun. 22.07.2010 E-Posta: [email protected] |