Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
İnsanları doğru yola erdirmek senin vazifen değildir; sen Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmekle vazifelisin. Ancak Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bakara Sûresi: 272 |
22.07.2010 |
Nurlarla meşguliyet Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet, tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor. Aziz, sıddık kardeşlerim, Risâle-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür, derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet, tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor. Şimdi Hüsrev gibi Nur kahramanı size ihsan edildi. İnşaallah bu medrese-i Yusufiye dahi, Medresetü’z-Zehrâ’nın bir mübarek dershanesi olacak. Ben şimdiye kadar Hüsrev’i ehl-i dünyaya göstermiyordum, gizlerdim. Fakat neşredilen mecmualar, onu ehl-i siyasete tamamıyla gösterdi, gizli birşey kalmadı. Onun için ben onun iki üç hizmetini has kardeşlerime izhar ettim. Hem ben, hem o, daha gizlemek değil, lüzum ise aynı hakikat beyan edilecek. Fakat şimdilik karşımızda hakikati dinleyecekler içinde dehşetli ve tezahür etmiş iki muannid, hem zındık, hem komünist hesabına—biri Emirdağı’nda mâlûm olmuş, biri de burada—gayet dessasâne, aleyhimizde iftiralarla memurları ürkütmeye çalışıyorlar. Onun için biz şimdilik çok ihtiyat edip telâş etmemek ve inâyet-i İlâhiyenin imdadımıza gelmesini tevekkülle beklemek lâzımdır. *** Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim, Size, hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikati beyan etmek kalbime ihtar edildi. O da şudur: Meselâ, birisi birisinin kardeşini veya akrabasını öldürmüş. Bir dakika o hiddet yüzünden milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı, hem hapis azabını çeker. Ve maktulün akrabası dahi intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku, hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var: O da, Kur’ân’ın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktiza ve teşvik ettikleri olan barışmak ve musalâha etmektir. Evet, hakikat ve maslahat sulhtur. Çünkü ecel birdir, değişmez. O maktul, her halde ecel geldiğinden, daha dünyada kalmayacaktı. O katil ise, o kaza-yı İlâhiyeye vasıta olmuş. Eğer barışmak olmazsa, iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekerler. Onun içindir ki; “Üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek” İslâmiyet emrediyor. Eğer o katil bir adâvetten ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münafık o fitneye vesile olmuşsa, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa o cüz’î musîbet büyük olur, devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktule her vakit duâ etse, o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel, birkaç dindar kardeşleri kazanır. Kaza ve kader-i İlâhiyeye teslim olup düşmanını affeder. Ve bilhassa madem Risâle-i Nur dersini dinlemişler, elbette mâbeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmaya, hem maslahat ve istirahat-i şahsiye ve umumiye iktiza ediyorlar. Nasıl ki Denizli hapsinde birbirine düşman bütün mahpuslar Nurlar dersiyle birbirine kardeş oldular ve bizim beraatimize bir sebep olup hattâ dinsizlere, serserilere de o mahpuslar hakkında “Mâşaallah, bârekâllah” dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada gördüm ki, birtek adamın yüzünden yüz adam sıkıntı çekip beraber teneffüse çıkmıyorlar. Onlara zulüm olur. Merd, vicdanlı bir mü’min, küçük ve cüz’î bir hata veya menfaatle yüzer zararı ehl-i imana vermez. Eğer hata etse, verse çabuk tevbe etmek lâzımdır. Şuâlar, s. 757 Nurun iki namzet talebesine Rehberden Leyle-i Kadir’de ihtar edilen meseleyi okudum. âhirinde, “Beş on senede medrese hocalarının tahsil derecelerini, Nur şakirtleri on haftada kazanır” dediğim aynı dakikada kalbe geldi ki: Eski Said’in, on beş yaşında iken medrese usûlünce on beş senede okunan ilmi, on beş haftada okumaya inâyet-i İlâhiye ile muvaffak olması gibi, rahmet-i Rabbâniye ile, Risâle-i Nur dahi, ilm-i hakikatte ve imaniyede on beş seneye mukabil, bu medresesiz zamanda on beş hafta kâfi geldiğini, bu on beş senede belki on beş bin adam kendi tecrübeleriyle tasdik ediyorlar.
Şuâlar, s. 837 |
22.07.2010 |
Müsbet hareket ve Hazret-i Cercis (as)
Risâle-i Nur’un meslek düsturlarından biri olan ‘müsbet hareket‘ etmek, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin üzerinde önemle durduğu ve her fırsatta hatırlattığı vazgeçilmez bir düsturdur. Bu zamanda Risâle-i Nur yoluyla iman ve Kur’ân hizmetinin olmazsa olmaz şartlarından olan müsbet hareket etmek, Kur’ânî ve Peygamberî bir metottur. Üstad Bediüzzaman Hazretleri umum Nur Talebelerine vermiş olduğu en son dersin başına da müsbet hareket maddesini koymuştur: “Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-i İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevisidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir.”1 Menfî harekete yer olmayan bu hizmet tarzında, Allah’ın razı olacağı tarzda iman hizmeti esas alınmıştır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri vaktiyle, Şeyh Selim ve Şeyh Said’den gelen dahilde maddî cihad, yani silâhlı mücadele etme tekliflerine karşı sert tepki göstererek, “Dahilde hareket menfîce olmaz”2, “Millet irşad ve tenvir edilmelidir”3 esaslarıyla gerçek cihad ve müsbet hareket dersini vermiştir. Tarihte benzerine rastlanmayan, hayatı boyunca hürriyetinden mahrum bırakılan, vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılan, mahkemeden mahkemeye, felâketten felâkete sevk edilen ve zalimâne şiddetli zulüm ve işkencelere, hakaretlere, ezâ ve cefalara maruz kalmasına rağmen,4 müsbet hareketten vazgeçmeyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muâmelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım”5 demiştir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri müsbet hareketi anlatırken Hz. Cercis Aleyhisselâm’ı örnek göstermesi çok dikkat çekicidir. Evet, Cercis Aleyhisselâmın maruz kaldığı işkenceler, insanoğlunun takatinin üstünde olmasına rağmen Cenâb-ı Hak’kın inayetiyle mahfuz kalmışken, bu kadar işkencenin yapılmasına kader-i İlâhinin müsaade etmesi, bir taraftan hizmetin kudsiyetini, diğer taraftan da teklif vazifesinin mükemmel bir şekilde îfâ edildiğini göstermektedir.6 Bütün menfîliklere ve zulümlere rağmen telâş etmeyip, mükemmel bir müsbet hareket örneği gösteren bu yüce Nebî Hz. Cercis Aleyhisselâmın hayatına biraz bakmak istiyoruz. Şam civarında ve Filistin’de yaşadığı ve Hz. İsa Aleyhisselâmdan sonra geldiği için, onun dininin hükümlerini devam ettirdiği rivayet edilen Hz. Cercis (as), Filistin’in Remle kasabasında doğduğu ifade edilmektedir. Hıristiyanlar tarafından St. Georges ismiyle anılmaktadır. Hz. Cercis'in (as.) yaşadığı bölgede putperestlik hâkimdi. Dadıyan adında zalim bir hükümdar vardı. Cercis Aleyhisselâm, şehirleri dolaşarak ticaretle meşgul oluyor ve kazancının bütününü fakirlere dağıtıyordu. İdarecileri ikaz ederek halka zulmetmelerini önlemeye çalışıyordu Zalim ve putperest Kral, putperest olmayanları ateşe atarak dinsizliğini yayıyordu. Bunun karşısına çıkarak zulüm ve dinsizliğinden vazgeçip Allah’a iman etmesini isteyen Cercis'in (as) bu dâvetini reddeden kral, o yüce Nebîyi uzun sürecek olan zulüm ve işkencelerle cezalandırır.7 Kral, Cercis Aleyhisselâmı bir ağaca bağlatarak mübarek vücudunu demir taraklarla taratır, üzerine keskin sirke ve tuz döktürür. Büyük bir demiri önce ateşte iyice kızartıp başının üzerine koyarlar. Cenâb-ı Hak onu tekrar eski hâline getirir. Bu defa altında ateş yanan büyük bir kazana atıp kapağını kaparlar. Uzun bir süre kapalı kaldığı halde yine ölmediğini görünce hayrete düşerler. Bu defa da zindana hapsedilerek, orada mahpuslarla görüşüp, Hakka dâvet etmesin diye el ve ayaklarından çivileyip, büyük bir mermer taşı da üzerine yaslarlar. Ancak, Cenâb-ı Hak bir melek göndererek kurtarır ve kendisine yapılan işkencelere sabrederek vazifesine devam etmesini emreder. Kâfirler tarafından dört defa şehid edileceği, her seferinde tekrar diriltilerek yüksek mertebelere nail olacağı kendisine vahyedilir. Bu durum kendisini ziyadesiyle sevindirir. Onu tekrar karşılarında görünce, yakalatıp ikiye ayrılan bir ağacın arasına koyup sıkıca bağlarlar ve vücudundan et kopararak insan eti yiyen aslanların önüne atarlar. Hz. Cercis (as) tekrar kral ve adamlarının karşısına çıkar. Yine çeşitli işkence ve zulümden sonra zalim ve kâfir kral, bütün mü’minleri toplatıp hepsini şehid ettikten sonra Hz. Cercis’i (as) şehid ettirir. Daha sonra bu kavim ateşle helâk edilir.8 Seksen küsur yıllık hayatında çekmediği cefa, görmediği eza kalmayan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hayat seyri, Hz. Cercis’in (as) hayatına çok benzemektedir. O yüce Nebînin büyük işkencelerle dört defa şehid olup, geri gelerek vazifesine devam etmesi, tıpkı yirmi defa zehirlenip, hakkında gizli ölüm emirleri verilip, imhâ planları yapılan ve talebelerinden Ubeyd, Hafız Ali, Hasan Feyzi, Binbaşı Asım Bey gibi dört ağabeyin kendi bedeline şehid olmalarıyla vazifesine kesintisiz devam eden Üstad Bediüzzaman’a çok benzemektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bilhassa nurların neşredilmeye başlandığı sırada karşılaşılan güçlükler, maruz kalınan hücumlar ve saldırılar karşısında “Biz, en acı vaziyet ve sıkıntılara karşı, kemal-i sabır içinde şükür etmekle mükellefiz. Ve ciltleri ve derileri soyulan Cercis Aleyhisselâm gibi, binler, milyonlar hakikat mücahidlerinin hakaik-ı imaniyenin kudsî hizmetinin bir numunesine mazhar olan Nur Şakirtlerinin çektikleri zahmetler, o eski zatların zahmetlerine nispeten binde bir olmaz” dedikten sonra, büyük bir ihsan-ı İlâhî olan “ücret ve kazanç cihetinde, İnşâallah birdirler ve beraberdirler”9 müjdesini ilâve etmektedir. Bu çok mühim müjdeye mazhar olmak için Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “meydan-ı istifadeye vazedilen, miri malı (herkese ait) olan ve Kur’ân-ı Hâkim’in tereşşuhatıdır”10 dediği Risâle-i Nur’u anlamak, düsturlarına riayet etmek gerekmektedir. Özet olarak; her hareketimizde ihlâsı esas tutmak, bu kudsî hizmetteki kardeşlerimizle uhuvvetkârâne ittihad etmek, dostlara karşı mürüvvetkârâne, düşmanlara karşı sulhkârâne muâmele etmek, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek, dine ve dindarlara zarar verecek hareketler içinde olmamak, İslâmî terbiyenin bozulduğu ve imanın zedelendiği günümüzde ehven-i şerri ihtiyar etmek, insanlığın ortak paydası olan demokrasi, hak ve hürriyetlere ve hürriyetçilere taraftar ve yardımcı olmak olan müsbet hareket, günümüzün en çok ihtiyaç duyulan ölçü ve esaslarının başında gelmektedir.
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası 870, 2- Age, s. 877. 3-Tarihçe-i Hayat, s. 238, 4- Age, s. 1049-63, 5- Emirdağ Lâhikası, s. 870, 6- Risâle-i Nur’dan Portreler, C.1, s. 275, 7– Age. 276, 8- Age., s. 277, 9- Tarihçe-i Hayat, s. 903, 10- Mektubat, s. 724.
AHMET DEMİRDÖĞMEZ |
22.07.2010 |