Saliha FERŞADOĞLU |
|
Tatil notları |
Rüzgârın incitmekten korka korka taşıdığı kekik kokusunu içime çektim. Bu koku bana her zaman çocukluğumu hatırlatır. Tatile geldiğimiz beher yaz mevsimi; gunagun çiçeklerle bezeli tarlalar, elma bahçeleri ve hudutları olmayan emsalsiz hayallerle evcilik oynarken o esrik kekik kokusu salınıverirdi bütün dikkatleri çekerek. Cırcır böceklerinin sesi kuşların cıvıldamalarına karışırdı. Gece, gökyüzünde parlayan ne çok yıldız vardır; kepçeye benzer görünümüyle hemen fark ederdik Büyük Ayı takımyıldızını. En ulaşılabilir ve üzerine hayaller kurulabilir yıldızlar onlardı çocukluk dünyamızda. Ve günler, asırlara bedeldi; gökyüzünden aldığı ilhamla hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuzluğa uzanmaktaydı. Çocukken haftalar bana asırdı / Derken saat oldu, derken saniye, diyen şairin derdini şimdi anlıyorum.* * Zahmetli bir hayatın gürültü patırtısıyla titreşen bir havaya kapılmış, kendi keşmekeş dünyamda savrulup gidiyordum. Onca koşuşturma ve telâşenin hengâmında her an kaybolup yitebilirim diye düşünürken bir tatil fırsatına eriştim bu sene de… Hırçın dalgalara aldırmadan şifa niyetiyle daldım soğuk sulara… Suyun iyileştirici yanı bu olmalı, diye düşündüm deniz ile coşarken. Bütün kötü enerjinizi, öfkenizi, kırgınlığınızı, sıkıntınızı alıyordu usulca. Bir bir unutuyordunuz başınızdan geçen olumsuz, talihsiz olayları. Zaman başkalaşıyor; bir vakitler iç çekerek ağladığınız hallerinize, kahkahalarla gülüyordunuz. Ruhunuza fısıldayan denize bakarken yüzünüzde tebessüm çizgileri çoğalıyordu. * Kimsenin beni tanımadığı küçük bir sahil kasabasındayım diye keyifle geziyordum sokaklarda. Ta ki tanıdık dostlar ile karşılaşıncaya kadar. O kocaman, büyük ve sınırları geniş zannettiğimiz dünya meğer ne kadar küçük, küçücükmüş… * Yazarlığın, durağan bir meslek olmadığını idrak ettim şu küçücük tatil diliminde. Zihin durmuyor, ha bire etraftan hikâyeler, yazı konuları çıkarmaya bakıyor. Sıkı sıkıya ellerinden kavradığım diz üstü bilgisayarım, çocuğum gibi oldu; nereye gitsem, hangi şehirlere savrulsam peşimden onu da sürüklüyorum. Birçok mesleğin tatil günleri olabiliyorken, yazarlığın böyle bir lüksü yok. Zaten bir yazar, kelimelerini yitirdiği lâhzada uzun bir tatil/duraklama dönemine girmiş demektir. Asıl sıkıntı, azap ve kutsal çile o vakit başlar… Günlerce, aylarca ve şanssızsa yıllarca harflere küskün kalır, uzaktan uzağa bakışırlar. Evvelden yazılmış satırlar, müsveddeler gözünde büyür, büyür; bir zamanlar burun kıvrılırken şimdilerde kıymet kazanır. Yazmak hırsıyla el, kaleme yahut klâvyeye dokunur, bir iki satır karalamadan sonra yenilgiyle baş öne eğilir, omuzlar düşer. Harfler yetim kalakalır… Peygamberimiz Muhammed’e (asm) inen ilk üç âyetin “Oku!”, dördüncü âyetin “Yaz!” emri üzerine, Rabbim, yazmak fiiliyle hemhal olanların kalemine zeval vermesin, cümlelerine palanga vurmasın, düşüncelerini esir tutmasın… Âmin. *Necip Fazıl Kısakürek 04.08.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (21.07.2010) - Delilikten dervişliğe (14.07.2010) - Kâinat senfoni orkestrası (30.06.2010) - Umut toplayıcısı (23.06.2010) - Çocuk aklı işte (19.05.2010) - Geçmiş zaman olur ki |