Muzaffer KARAHİSAR |
|
Son anlar |
İnsan, kâinat içerisinde azametli, cirmi ve cismi büyük varlıklarla kıyaslayınca bir zerre gibi küçücük ve zayıf bir mahlûktur. Buna rağmen Allah’ın sevgili bir kulu, arzın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve kâinat içinde en mükemmel şekilde ve mu'cizelerle dolu yaratılmıştır. Bu yaratılışın neticesi, meyvesi ve gayesi olarak bakıldığı zaman insanın yaptığı ibadetler, zikirler, duaların önemini, kıymetini daha iyi anlayabiliyoruz. Bunun aksini düşünürsek; bu kadar değeri olan, itina ile yaratılmış ve binlerce nimetlerle donatılmış olan insanoğlu en önemli yapması gereken kulluk görevlerini yapmaz, sorumluluğunun gereğini yerine getirmezse ne kadar tezat teşkil edeceğini, ne kadar yanlış yapmış olacağını ve kıymetten düşeceğini iyiden iyiye düşünmek gerekir. Bu düşüncelerle her zaman ölüme, kabre, ahirete ve saadet-i ebediyeye hazırlanmak için rehberimiz, önderimiz sevgili Peygamberimiz (asm) tavsiyelerine uymamız biz aciz insanların ihtiyacıdır ve menfaatinedir. Devam edip giden hayat serüveni içerisinde, vefat eden arkadaşının ömrünün son dakikalarında birlikte olan ve ani vefatı üzerine üzüntülerini paylaştığımız bir insanın duygu yoğunluğunu, ölümle ilgili mülâhazalarını ve içinde bulunduğu çaresizliğin psikolojisini birlikte okumaya çalışalım: “Beraber oturup sohbet ettik. Sohbetimiz de her konu az çok yer aldı. Dünya kupası maçlarından, TV haberlerine, gönlük siyasete kadar, her konuda konuştuk. Bir ara baston konusu ile aralarında geçen tartışma ile ilgili Ali Bey’e dönerek yanlış yaptığını, kendisini haksız yere itham ettiğini yüksekçe bir ses tonuyla söyledi. Bu konuşmalarımızın içerisinde ölümle, ahiretle, ibadetle ilgili bir mevzu geçmedi. O, yarım saat sonra vefat edeceğini bilmediği gibi, benim de hiç aklımın ucundan geçmedi. Onun ölümü ile ilgili şok oldum. Beni çok sarstı, sapasağlam bir insandı. Benim yanımdan yatmak için ayrıldı ve aksayan ayağı ile yatak odasına doğru uzunca koridorda gözden kaybolup gitti.. Biraz sonra o tarafta hareketler, telâşlar ve koşuşturmalar oldu. Meğer o hareketlilik arkadaşım Âdem Bey içinmiş! Yarım saat önce sohbet ettiğimiz insan, vefat etmişti. Bir kuş gibi uçup gitmişti. Benimle vedalaşıp ayrılırken uykuya yatmak için değil, ebedî uyumak için gitmiş. Bu olay beni çok sarstı. Onun ölümü karşısında acizliğimi ve çaresizliğimi anladım. Sonra kendi kendime düşündüm, o ölen arkadaşımın yerinde ben de olabilirdim. İyi ki Cuma namazımı kılmaya başlamışım, diye aklıma geldi. Ama yetmeyeceğini de biliyorum. O arkadaşımla keşke Allahtan, onun emirlerinden ve Peygamberimizden (asm) sohbetler etmiş olsaydık. O anda bunlar benim aklıma gelen şeyler. Bir taraftan da zahmet çekmeden, başkasına muhtaç olmadan ani olarak gittiğine sevinirken; aniden gittiği yere hazırlık yapamadan, vedalaşmadan, helâllaşmadan bir anda uçup gitmesine de üzüldüm doğrusu! Bu tür bir ölümü bundan on iki sene önce yirmi sene mahkûmiyet aldığımda, bir kurtuluş yolu olarak çok istemiştim. O da bir çeşit çare gibi gelmişti bana. Başka bir yol olarak da dâvâ içinde akıl ve ruh sağlığımı mazeret göstermiştim. Bununla ilgili mahkeme beni akıl hastanesine, muayeneye göndermişti. Ben hayatta yalanı ve hileyi bilmediğim için bütün testlerde normal çıktım. Meselâ; kapıdan girerken yere çivili tahta koymuşlardı, üzerinden atladım. Başka bir hasta ile yememiz için önümüze iki tabak koydular. Birinde zeytin vardı, birinde de canlı böcekler. O arkadaş: Önce şu canlıları yiyelim kaçmasınlar, kaçırmayalım, dedi. Ben zeytinden yedim, böcek yenmez dedim. Böylece yirmi yıllık mahkûmiyetim kesinleşmiş oldu. Dört sene sonra aftan yararlanarak tahliye oldum. Hayatta boş yere kavgalar, husûmetler ettik. Gönül kırdık ve can incittik yok yere. Yalan dünyada ölümün gerçek yüzü her zaman, her vesilede kendini gösteriyor. Ağlamak, sızlamak, pişman olmanın, acımanın üzülmenin ötesinde bir şeyler yapmak lâzım. Arkadaşımın aniden vefatı benim dünyamı çok etkiledi. Ruhumda ve kalbimde fırtınalar, kasırgalar meydana getirdi. Çok fazla dini bilgim yok, ancak ölümün soğuk yüzü, ürpertici çehresi karşısında Allahın rahmetinden, şefkat ve merhametinden başka sığınılacak bir yer düşünemiyorum. Günahkâr da olsak, kusurlarımız çok da olsa.” İnsanın yaratılışının gayesini ve neticesini Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerimde açıkça bildirmiştir: “İnsanları ve Cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” 1 Ayrıca başka bir âyette: “Yedi gök ve yer, bir de bunlar içinde bulunanlar, Allah’ı tespih ederler. Hiçbir varlık yoktur ki, O’nu hamd ile tespih etmesin…” 2 Başka söze ne hacet…
Dipnot: 1- Zâriyat 56, 2- İsrâ 44. 01.08.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (20.07.2010) - Barla’da herşey güzel (06.07.2010) - Ülfetsiz bir nebze tefekkür (29.06.2010) - Hastalara şifalar (08.06.2010) - Dost acı söyler |