Hüseyin EREN |
|
Tebessüm ettiren teslimiyet |
Hastane koridorları hayatın hakikatle aktığı, sağlığın solunduğu, hikmetin konuşulduğu, ibretin nazara verildiği ortamlar. O ortamlara gitmek hayata daha da bağlıyor, ümide daha sağlam tutunduruyor. Renk renk hastalık; koyu kırmızıdan açık pembeye kadar, ayrı yüzlerden ayrı hastalık bakışı, değişik değerlendirme, başka başka yorumlar. Hayatın çok tonları, sağlığın çok sesleri; hastane koridorlarında, hasta oturma koltuklarında… Beklemediğiniz yüzlerden ummadığınız değerlendirmeler, kestiremediğiniz konuşmalar... Hastalık insanı ne yoğun eğitiyor, ne derin etkiliyor, ne ufuk açıyor. Hayret ki hayret. Musîbet zamanının uzunluğu böyle uzun ediyor, büyük ediyor, yüceltiyor olmalı. Ne müthiş ders, ne büyük dokunuş, ne büyük etkileyiş. Doktor sırasını bekleyen kadınlar kendi aralarında konuşuyor: “Ciğerlerime yayılmış, bu bölgeme yayılmış…” “Yayılsın ne yapalım, bu dünyaya kazık çakacak değiliz ya, elbet bir gün öleceğiz…” Bu teslimiyetli, tevekküllü konuşma etrafındakileri tebessüm ettiriyor. Bir tebessüm etmek bile büyük sağlık, küçükten büyük mutluluk devşirme. O kadar ince bir köprüden geçiyor ki bir lâhza ötesi ümit, bir lâhza berisi ümitsizlik. Hastalıkla sağlık, hayatla ölüm, ümitle korku arasındaki ince zar gibi. Diğerinin hanımı rahatsız, hastalık iyice yayılmış, durumu kritik ve ciddî. “İmâlât işim vardı bıraktım, para yine kazanılır, 13 aydan beri hanımla doktor doktor, hastane hastane geziyoruz, o bir tebessüm ettiğinde dünyalar benim oluyor.” Dünyalar değişilen bir tebessüm, koca dünyanın bir tebessümde kayboluşu; tebessüm ne sağlıklı şey, surat asmak ne büyük hastalık. Eşiyle problem yaşayanlar, ailevî sıkıntılar içinde olanlar! Bir de bu bin dünyalık tebessüm penceresinden baksanız bin vuslatlık sevinç devşirirsiniz. Bunu anlamak için illâ hasta mı olmak, illâ musîbete duçar mı olmak gerekiyor. “Bir musîbet bin nasihate bedeldir” sözü, kaç musîbetten sonra dökülmüş bir hakikat ifadesi? İnsan işte nisyanla malul, unutuyor, unuttuğunu unutmasa çok şeyleri hatırlayacak, hayatı o hatır ile yaşayacak. Başka bir ortamda çocuğu özürlü anne diyor ki: “Allah önce sabrı veriyor, sonra derdi.” Sabır ve sekine yetişmese nasıl dayanılır dünyanın dağdağalarına, elemlerine, kederlerine, hastalıklarına, musîbetlerine? Kâinatın, hayatın ve ölümün sahibi vaad etmiş; “Kuluma, gücünün yetmeyeceği yükü yüklemem.” Bu hakikati bilmek ve inanmak kaç kâinat kuvvetinde güç, kaç kâinatlık dayanak? Küçük dünyayı ve onun küçük işlerini bir anda silip atar; akla, kalbe, bedene sağlığı yerleştirir, bir tebessümle bin dünyalar devşirir. Sağlığın, eşinin, çocuğunun, hayatın kıymetini bilmek, o kıymetle ömrü değerlendirmek, o değerlendirme ile sonsuz tebessümler kazanmak dileyenler; hastane koridorlarında yürümeli, oturma salonlarında oturmalı, kulağını sekiz açmalı, kalbinin bütün radarlarını hikmete açık tutmalı, duygu kanallarını kâinat ötesine ayarlamalı. Sonsuz sağlıklar… 27.07.2010 E-Posta: [email protected] |