Cevat ÇAKIR |
|
Derelerin kardeşliği |
Bir gün derelerimizin yerini öğrenip de sularını yutacaklarını aklımın uçundan dahi geçirmezdim. Değil bunu, bir gün köyümüze arabanın geleceğini dahi hayal edemezdim. Köyümüze bir kilometre mesafedeki ağaç köprüden geçerken “Hiç olmazsa arabalar bu köprüden karşıya kadar geçebilse” derdim. Keşke demez olmasaydım... Çünkü çok daha yukarılara gittiler. Gel zaman git zaman günün birinde baktık ki, acaip bir gürültü var. Hem de hiç durmuyor. Biz köyümüzde sadece gök gürültüsünü, bir de rüzgâr gürültüsünü bilirdik. Meğer daha nice gürültüler varmış şehirlerde. Aman Allah’ım bu ne gürültü, beynimizin içine giriyor! Büyüklerimize sorduğumuzda “Taşlar deliniyor köye araba gelecek” dediler. Ne kadar da sevinmiştik o çocuk aklımızla. Çünkü o zamanlar -1970’li yıllar- araba demek bizim için çok uzaktan gördüğümüz “bağıran renkli kutu” gibi bir şeydi. Biz arabayı ancak beşinci sınıf diploma fotoğraflarını çekmek için çarşıya indiğimizde görmüştük. İşte o gürültüyü duyduğumuz gün bizim köyümüzde değişim yavaş yavaş başladı. Önce araba geldi. Çarşıdan yığın yığın mallar geldiği için köyümüzde kocaman bir çöplük meydana geldi. Telefon geldi, mektuplaşma bitti. Televizyon geldi komşuluk bitti. Şimdi de sıra derelerimize geldi. O dereler ki, biz onların sesiyle büyüdük. Köyümüze bir kilometre mesafeden akan büyük derenin (Çayeli Senoz Vadisi, Haçikli deresi) sesi bize ninni gibi gelirdi. Senelerce hangi iş için evden çıktıysak derelerin sesleriyle yürüdük. O dereler yöre halkının damarlarındaki kan olmuştur adeta. Bizler uyurken de, yemek yerken de o derelerin sesini hep duyduk. Hatta ibadet yaparken de onların sesiyle huşû bulduk. Şimdi derelerimiz kurutuluyor. Üzerlerine HES’ler, barajlar yapılıyormuş. Derelerimizi yıllarca aktıkları yerden alarak yabancı yerlere götürüyorlarmış. O sulama arklarımız da mı kuruyacak? Sıcak günlerde mısırımızı öğütürken arkına ayaklarımızı serinlettğimiz değirmen arkımız da mı kuruyacak? Ot biçerken kenarında ‘azık’ yediğimiz o küçük dere de mi? Ya da ineklerimizin su içtiği köyümüzün ortasından akan ‘caminin deresi’ de mi kuruyacak? Bu çok korkunç bir şey. Bizim nesil derelerin akmadığı bir yerde yaşayamaz ki. Çünkü biz derelerin sesiyle büyüdük. O sularda yıkandık bir kere. Guslümüz ondan oldu gaslimizin da o sularla olmalı değil miydi? Nereden bilebilirdik ki bir gün kuş uçmaz kervan geçmez çarşıdan otuz- kırk kilometre uzaktaki derelerimizin sesini duyup da boğmak için başlarına tuzak kuracak? Maalesef Rize’nin Çayeli ilçesindeki bazı köylerinde derelerin üzerlerine kurulan “HES”ler dolayısıyla kuruyan derelerin resimlerini gördük. Çok üzüldük, hüzenlendik. Bırakın, derelerimiz aşağı aksın! 25.07.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (21.05.2010) - Hayvansız virane kalan evler (15.02.2010) - “Toprak”tan uzak yaşamak (07.02.2010) - Fileleriniz nerede? (21.01.2010) - Karada ve denizde çıkan fesad |