Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İdeal gazete için |
Fahrî yazarların gazete muhtevasına verdikleri katkının çok önemli ve değerli olduğunu geçen haftaki yazıda ifade etmiştik. Ama dışarıdan gelen yazıların çoğunlukla tefekkürî, edebî ve hissî ağırlıkta olduğu bir vâkıa. Haddizatında bir yönüyle bu bir avantaj. Bugün en önemli konu gibi görülüp hararetle konuşulurken, birkaç gün sonra öne çıkan yeni gündemlerle unutulan gelip geçici olaylar yerine, geçerliliğini hiçbir zaman kaybetmeyecek kalıcı konuları ele alan yazılar çok daha önemli. Ki, Üstad da birçok mektubunda, meraklarımızı güncel siyasetten ziyade, mükemmel bir nizamla yaratılan kâinatın işleyişindeki harikulâdeliklere yöneltip, onlardaki Esma-i Hüsna tecellîlerini okuyarak iman dersleri çıkarmamızı tavsiye ediyor. Ve kâinat kitabının sayfa ve satırlarında, çok daha meraka değer ve heyecan verici bilgiler bulunduğuna dikkatlerimizi çekiyor. Onun için, özellikle “Risale-i Nur’un matbuat âlemindeki sözcüsü” olma misyonuyla çıkan bir gazetede insanları düşünmeye sevk eden ilmî ve tefekkürî yazıların ağırlıkta olması icab ediyor. Ama ideal olan, bunların da güncel medya dili ve üslûbuyla kaleme alınması. Meselâ her biri bir Esma’ya dayanan farklı ilim dallarındaki gelişmelerin bir habercilik mantığıyla takip edilip, imanî tefekkür eksenli yorumlarla yansıtılması. Geçmişte zaman zaman bu maksatla İlim-Teknik sayfaları ihdas edildi. Ancak tam olarak bu amaca uygun bir muhteva ile hazırlanamadı ve ayrıca istikrarlı bir şekilde devam edemedi. Oysa uzay bilimlerinden meteoroloji, tıp, botanik, zooloji, jeoloji, coğrafyaya... kadar akla gelen ve gelmeyen sayısız bilim dalında, kapsadıkları alt disiplinlerle beraber, bu yaklaşımla yansıtılması gereken müthiş gelişmeler oluyor. Ve bunları yansıtma işi, genç kabiliyetleri bekliyor. Ama çalışma alanımız bunlarla da sınırlı değil. Üstadın Muhakemat’ta yaptığı tasnif çerçevesinde ilmü’s-sema ve ilmü’l-arz’ın yanında, bir de ilmü’l-beşer var ve insanı ilgilendiren bütün beşerî ilimler bu başlığın kapsamına dahil. Siyasî ve sosyal gelişmelerin yorumu da. Üstad da bu konuları iman ve ubudiyet bahislerinden ayrı tutmuyor; içtimaî ve siyasî gelişmeleri iman hizmetiyle irtibatları cihetiyle tahlil ediyor; siyasete dair bazı yorumlarında “Kur’ân, İslâmiyet, vatan ve millet namına” gibi tabirler kullanıyor; meselâ Cumhurbaşkanı ve Başbakana yazdığı bir mektupta ifade ettiği hakikatler için “Namaz tesbihatında ihtar edildi” diyordu. Dolayısıyla, onun siyasete istikamet ve şekil vermek üzere vurguladığı ölçü ve prensipleri yine iman hizmeti ekseninde yorumlamak lâzım. Yeni Asya’nın güncel gelişmeleri değerlendirirken yapmaya çalıştığı şey de bu: Şahıs ve olay eksenli, gelip geçici yorumlardan ziyade, prensipler temelinde kalıcı tahliller ortaya koymak. Tabiî, bunu yapmak kolay değil. Ve bu, her mizacın üstesinden gelebileceği bir iş de değil. Üstadın diğer bazı talebelerini uzak tuttuğu “gazete okuma” işini sadece Zübeyir Gündüzalp’e tevdî etmesi bu bağlamda çok manidar. Zira kavrama ve muhakeme kabiliyeti ile derin kültürü, ona, gereksiz detaylara takılmadan meselenin özünü hemen yakalama melekesini; sarsılmaz sadakati de, haricî faktör ve rüzgârlardan etkilenmeme dirayetini kazandırmıştı. Yalnızca Üstadın istediği bilgileri almak için baktığı gazetelerdeki diğer muhteva onu hiç ilgilendirmiyor; onlara takılıp gereksiz yere zaman kaybetmiyor ve moralini de bozmuyordu. Zübeyir Gündüzalp’in tatbikatına baktığımızda, aynı dikkat ve hassasiyeti onun da gösterdiğini; gazete ve yayın hizmetlerini, mizaç ve istidadı buna uygun olanlara tevdî edip, içe dönük veya kalbî tarafı ağır basanları, hizmetin fıtratlarına uygun diğer kısımlarına yönlendirdiğini, bunları birbirine karıştırmadan, işi bir bütünlük ve ahenk içinde birlikte götürdüğünü görürüz. Bu sistemi çok iyi özümsememiz gerekiyor. 01.08.2010 E-Posta: [email protected] |