Ahmet BATTAL |
|
Bankalar ve güven |
Geçen hafta Yeni Asya’da yayınlanan bir haber vardı, “Bankalara ve finans kuruluşlarına güven azaldı” başlıklı. Anadolu Ajansının haberine göre, araştırma şirketi Synovate, 13 ülkede, krizin etkileri hakkında bir alan araştırması yapmış ve para ve piyasa kavramları ile az-çok ilgili herkesin, üzerinde bir parça da olsa düşünmesi gereken türden ilginç bazı sonuçlara ulaşmış. Bendeniz de şunları düşündüm. Bilmem sizler ne dersiniz? Araştırmada ulaşılan birinci sonuç şu: Kriz sonrası genel olarak bankalara ve banka ve benzeri finans kuruluşlarına güven azalmış. Bankaya duyduğu güvenin krizden sonra azaldığını bildirenlerin oranı Türkiye’de % 56. Güvenin azalmasının sebebi ise açık, bankaların krizin sebebi olarak görülmesi. Nitekim birinci sonuca bağlı sayılabilecek ikinci sonuç şöyle: Türkiye’de her üç bireysel bankacılık müşterisinden ikisi, finansal krizin sebebi olarak şu etkenleri önde görüyormuş: Batılı bankaların ve banka benzeri finansal kurumların hırsı, hukukî düzenlemelerdeki eksiklikler ve kamusal denetimin yetersizliği. Batılı bankaların ve banka benzeri finansal kurumların hırsı aslında bilinmeyen bir şey değil, yeni de değil. Aksine zaten, bir kurum ve kavram olarak “banka”nın kendisi, icadından beri, yani bankacılık tarihinin başından bu yana, hırsın bir mücessem timsali hükmünde. Kovboy filmlerindeki banker de, altına hücum da, bankerin kâğıdının/üçkâğıdının “para” diye bilinmesi ve kullanılması da bankacılık sektöründeki bu hırsın tirajikomik ve sembolik göstergeleri. Ancak Türkiye’de bankacılık iki türlü: Geleneksel bankacılık kurumları denen faizli bankalar, aslında geleneğin değil, Batılı ekonomi tarzının mabed-kurumları. Alternatif bankalar denilebilecek olan özel finans kurumları ya da on yıllık yeni adıyla katılım bankaları ise İslâmla bütünleşmiş olan gelenekten güç alan ve geleneği temsil eden kurumlar. Peki, bu kurumlar piyasadaki mes’ut geleceği de temsil ediyor mu? Kanaatimce evet; ediyor ve etmeli, bu konudaki iddiasını sürdürmeli. Zira Synovate’in araştırma sonuçlarına da yansımış olan piyasa güvensizliği, aslında, “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” anlayışından beslenen hırsın bir neticesi. Şöyle; Kredi müşterisinin iyi gününde, onun ziyaretine, eline aldığı hediye ve promosyon gibi yemlerle giden banka pazarlamacıları, müşterinin zor gününde tavır değiştiriyor: “Önce bankamı, yani patronumu ve kendimi düşünmek zorundayım, senden almayı umduğum faizi, gerekirse bire üç katarak ve dahi kanırtarak ‘tam’ almalıyım ki mevduat müşterime vaad ettiğim faizi verebileyim, senin zor durumuna üzüldüm, ama elimden birşey gelmez” diyor. Bu üzüntü de aslında çoğu zaman, timsahın avını parçalarken döktüğü gözyaşlarını hatırlatıyor. Oysa faizsiz bankalar, bilhassa bu mazerete sığınmanın haksızlığı ve adaletsizliği sebebiyle sabit faizle mevduat toplamıyor ve nakdî krediyi sabit faizle vermiyor. Müşterisine sabit faiz vaad etmediği için de “gelecek baskısı” ile hareket etmiyor, yanlış hırsın zararını ve doğru tevekkülün faydasını biliyor, kâr kadar zararı da paylaşmayı ve krizi bütün müşterileriyle birlikte aşmayı hedef ediniyor. Kriz fırtınasında “gemisini kurtarmaya çalışan ve bu uğurda bütün diğer gemileri feda eden kaptan” değil, “fırtınayı dindirmek için fiilî duasını hem de cemaat halinde yapan kaptan” gibi yaşıyor. O halde, ülkemizdeki ve dünyadaki faizsiz bankacılık kurumlarının hem baharda, hem krizde gerçekten güvenilen kurumlar olmaları ve öyle kalmaları için, müşterilerine de çok iş düşüyor: Gerçek zararın gerçek sebebinin hırs olduğunu akıldan çıkarmamak ve müşterisi oldukları faizsiz bankaların yöneticilerini de “beklenti baskısı” altına sokmamak. Kısaca çözüm; uyanık olmak, her ne demekse “cemaat gazetelerinde” her nasılsa yer alan “banka ve faiz” reklâmlarına aldanmamak. Faizli bankaların, ulemâ-üs su’ cinsinden “resmî âlim” satın alabileceğini ve ondan fetva bulabileceğini unutmamak. Bir de, geçen Ramazan’da gördüğüm ve tüylerimi ürperten türden pazarlama hilelerine kanmamak lâzım. Olay şuydu: Bir faizli bankanın, her ne demekse “muhafazakâr” bir ilçedeki şubesinin müdürü, muhtemelen genel müdürlüğünün de iznini alarak, banka reklâmı içeren Ramazan imsakiyesi bastırıp dağıtmıştı. Ben itiraz ettiğimde de “Ne yani, ne var bunda, meyhaneler de Ramazan’da kapılarını kapatıyorlar, kötü mü oluyor” deyip sapla samanı göz göre göre karıştırmaya kalkmıştı. Uyan ey ebna-yı vatan, düşünebiliyor musun “gövdenin içindeki kurt”ların yapabileceği tahribatı. 29.07.2010 E-Posta: [email protected] |