Görüş |
Ne OHAL, ne bu hal
Ortaokuldayken resim dersim iyi değildi. Bir keresinde karneme zayıf düşüyordu nerdeyse. Allah’tan arkadaşlar resim öğretmenime gıyabımda gitmiş ‘’Hocam bu arkadaşın bütün dersleri 4-5. Bir tek sizin dersinizden 2 almış. Zayıf verseniz takdir alamayacak. Bi şeyler yapsanız’’ demişler. O da bişeyler yapmıştı sağ olsun. O zamanlar öğretmenler bize portre çalışması yaptıklarında hepten çuvallardım. Öğretmen modellik yapması için sınıfın en güzelini ya da en yakışıklısını çıkarmış olsa bile sonuç benim kâğıdımın üzerinde facia olurdu. Zaten resimlerde insan çizmemenin bir yolunu arardım. Eğer çizmek zorunda kalırsam da yaptıklarım çöp adamdan öteye gitmezdi. Portre resimlerde başarılı olmasam da o konudaki başarısızlığım portre yazıları yazmamı sanırım engelleyemez. Ama bu portre denemesi bildiğiniz portrelere benzemiyor. Şimdi hep birlikte sesli düşünerekten bir Devlet Bahçeli portresi çizmeye çalışalım. Portreye geçmeden önce Bahçeli’nin düşünce yapısına bakalım; tam 29 senedir uygulana gelmiş, hiçbir yarar sağlamayan, özgürlüğü ket vuran OHAL’den medet istiyor. OHAL’in bölge için tam felâket olacağı herkesçe malûm, ama Bahçeli hâlâ inad ediyor. Bu terör olayına zaten CHP ve MHP kanadında elle tutulur bir çözüm teklifi henüz sunulmuş değildir. Bu iki parti bunu ekonomik bir sorun olarak lanse etmekteler. Bahçeli OHAL uygulandığında; asker maaşlarının artacağını, bölgede askerlik yapan er ve erbaşların erken terhis ve tazminat alacağını, cinayetlerin başlayacağını, baskıdan bunalan ya da intikam arzusu ile dağa çıkanların artacağını, yakılan köy ve mezraların tekrar yakılıp yıkılacağını kestirebiliyor mu? Ayrıca acaba Bahçeli OHAL’in uygulandığı yerlerde çocuk olmanın ne demek olduğunu biliyor mu? Hiç zannetmiyorum çünkü bilseydi böyle ahkâm kesmezdi. OHAL bölgelerinde çocuk olmak; Her kontrol noktasında gelindiğinde arabanın teybinde çalan Kürtçe kasedin neden kapatıldığını anlamaya çalışmaktır. Atılan “aydınlatmaların insan avı esnasında dağların, tepelerin görünür olması için atıldığını sonradan öğrenmektir. Memur çocuğuysanız olmayanlardan, değilseniz de asker-polisten korkarak büyümenin ne mânâya geldiğini bilmektir. Kimi zaman panzerlerin içinin nasıl olduğunu merak ediyor olmaktan utanmaktır. Yol boyunca yakılmış ağaçları gördükten sonra ağaç dikmenin faydalarını anlatan öğretmeninizin sizi düşürdüğü tezatta anlam verememektir. Yollarda sıra sıra giden asker sevkiyat ciplerini sıkılmadan sayıp 7 ile çarpıp toplam asker sayısını bulmaktır. TRT haberlerinde bulunduğunuz şehrin adını yalnızca çatışmalardaki ölü ve yaralı sayısıyla beraber duymaktır. “Lan bugün bi patlama olmadı, Allah Allah, ilginç” demektir. Üç asker çocuğunun koskoca bir askerî otobüsle, önlerinde arkalarında zırhlı landrover’lerle okula getirilmesine şahit olmaktır. Tehditler yüzünden aylarca şehre gazete getirilememesidir. Sadece televizyon ve radyonun olmasıdır iletişim aracı olarak... Şehirde o kadar olay olurken TV’lerde İstanbul trafiğinin sorununu izlemektir... Şehirler arası yola çıkınca her 100 km’de bir asker kontrolünden geçmektir. Bu kontrollerin içini rahatlatmasıdır. Batıya geldikçe asker kontrolü görmeyip hafiften tırsmaktır. Özel güvenlik bölgesi olan siteden ancak ortaokuldan sonra tek başına çıkmaktır... Evet, Türkiye’nin huzurlu bir ortama kavuşması için; ne OHAL çözümdür, ne de şu an ki içinde bulunduğumuz hal. Bize demokratik bir hal gerek. Bahçeli’nin düşünce yapısından portresine geçiş yaptım, ama sonuç yine fiyaskoyla sonuçlandı… Artık bu portre işini bıraksam iyi olacak….
ÇETİN KASKA |
29.07.2010 |
Hamdi Yeşildağ’ın ardından
“İnsan sevdiği zata benzemek ister” kaidesince, rahmetli Hamdi Yeşildağ Ağabeyimi; hâl, etvar ve kaalen taklid etmeye çalışırdım. O da bir baba şefkati ve her zamanki neşeli hâliyle yanlışlarımı düzeltirdi. Rahmetli babamın vefatını, öğrenci iken bir Ramazan sahurunda gördüğüm rüya ile hissetmiştim. O rüyada, babamın elini öpmüş ve vedalaşmıştım. Uyanınca, aynı evi paylaştığım arkadaşlarıma “Her halde babam vefat etti” demiş, arkadaşlarım da “Nereden çıktı bu?” şeklinde mukabele etmişlerdi. Rahmetli Hamdi Ağabeyimi de Türkiye dışında, Ürdün topraklarındayken bir anda derhatır eylemiş ve akabinde de cep telefonuma ‘vefat mesajı’ gelmişti. Hamdi Ağabey, benim için baba mesabesindeydi, çünkü evliliğimiz için o bizim ‘elçi’miz olmuştu. Onun vefatını da tıpkı babamın vefatı gibi hissetmiştim. Yurtdışında olmam münasebetiyle cenazesine katılamadım ve buna çok üzüldüm. Fakat binlerce Nur Talebesinin omuzlarında ahirete uğurlandığını öğrenmem bir teselli olmuş oldu. Dua kaynağımız olan Hamdi Ağabeyimizi sık sık ziyaret ederdik. Son zamanlarda, ‘felç’li olması sebebiyle, bizimle konuşamaz, ama ziyaretimizden son derece memnun olduğunu hissettirirdi. Ahirette, bütün Nur Talebeleriyle birlikte haşrolmayı niyaz ediyorum. Yeni Asya’nın emektarı olan “Şoför Hamdi” Ağabeyin mekânı Cennet olsun İnşallah.
M. EMİN ORAN |
29.07.2010 |
Uluslararası doğrudan yatırımların seyri
Ülkelerin birbiriyle bütünleşmesi akabinde uluslar arası kuruluşlar âdete yarış halinde yabancı sermayeye açık ülkelere yayıldılar. Çok uluslu bir firma bir ülkeye ya sermaye getirir, ya üretim tesisi kurar, ya makine ve teçhizatıyla gelir ya deneyimini, bilgi birikimini yanında getirir ya da birleşme ve satın almalarla o ülkeye dahil olur. Bu şirketlerin bu yatırımını doğrudan yatırım olarak ifade ediyoruz. Dışa açık, ihracatla büyüme modelini seçmiş ülkeler, kısa vadeli, her türlü spekülatif harekete açık hisse, tahvil, para piyasalarına yönelik yatırımlar yerine daha çok uzun vadeli, ülkeye döviz getiren, cari açıkları kapamada yardımcı olan doğrudan yatırımları tercih ederler. Doğrudan yatırımların dezavantajları da yok değil. Uluslar arası bir kuruluşun ülkeye girmesiyle yerli firmalar bu ülkelerin teknoloji ve bilgi üstünlüğünden dolayı rekabet edemeyebilirler. En kötüsü bu firmaların karlarını tekrar yatırıma dönüştürmeyerek ülkeden transfer etmesiyle döviz sıkıntılarına sebep olabilirler. Fakat faydaları daha ağır basıyor… Geçen hafta Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD’ın hazırladığı Dünya Yatırım Raporu ülkemizde Uluslararası Yatırımcılar Derneği YASED tarafından açıklandı. Rakamlarla 2010 dünya doğrudan yatırım raporu YASED’in sunduğu verilerle devam edelim. 2009 yılında küresel sıkıntıdan tüm ülkeler nasibini aldı. Toplam GSYH 60 trilyon dolardan 55 trilyon dolara, ticaret hacminin yanında dış ticaret hacmi de yaklaşık 20 trilyon dolardan 15 trilyon dolara geriledi. Uluslararası doğrudan yatırımlar 2009 yılında yüzde 37 küçülerek 1,1 trilyon dolara geriledi. 2003 yılından itibaren artış trendine geçen yatırımlar 2007 yılında 2,1 trilyon dolarla zirveye ulaşmıştı. Ülkemizde ise 2008 yılında dünya genelinde paralel düşerken 2009 yılında daha fazla etkilenmiş 7,6 milyar dolara gerileyerek yüzde 58 düşmüş. En fazla doğrudan yatırımları çeken ülkeler listesinde ABD zirveyi koruyor. Yaklaşık 130 milyar dolarlık çektiği yatırımla başı çeken ABD’yi, 95 milyar dolarla Çin, yaklaşık 60 milyar dolarla Fransa takip ediyor. Ülkemiz ise 20. sıradan 32. sıraya gerilemiş, gelişmekte olan ülkeler sıralamasında ise 9. Sıradan 15. Sıraya gerilemiş. Şimdi listeye başka taraftan bakalım. Bu doğrudan yatırımları yapan ülkelerin başını yaklaşık 250 milyar dolarla ABD, 147 milyar dolarla Fransa, yaklaşık 75 milyar dolarla Japonya takip ediyor. Gelişmiş ülkeler kaynaklı doğrudan yatırımlar toplam yatırımların yüzde 75’ini oluşturuyor. Ülkemizin ise dış ülkelerde yaptığı doğrudan yatırım 1,6 milyar dolar seviyesinde ve listede 45. Sırada yer alıyor. Ülkelerin 2009 yılı itibariyle bugüne ulaşan toplam doğrudan yatırım stoğu yani bugüne kadar yapılan yatırımların toplamı 17,7 trilyon dolar. Bu stoğun 3,1 trilyon dolarlık kısmını ABD, Fransa ve İngiltere ise 2,2 trilyonluk kısmını oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerin stoktan payı yüzde 70’lerde. Türkiye’nin toplam yatırım stoğu 77,7 milyar dolar ve sıralamada 39.sırada. Gelişmiş ülkelerin uluslararası doğrudan yatırımlardan aldıkları pay yıllar itibariyle artarak yüzde 49,2 olmuştur. Doğrudan yatırımlar 2009 yılında gelişmiş ülkelerde yüzde 44 düşerek 566 milyar dolara gerilerken, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 27 düşüşle 548 milyar dolara gerilemiştir. Doğrudan yatırımların bu derece düşmesinde küresel krizin etkisiyle finansman imkânlarının kısıtlı olması etkili. Yatırımlar azalmış, şirketlerin birbirinden borçlanması, kazançların yatırıma dönüşmesi ve şirket karları düşmüştür. Aylar itibariyle cari açığımız artıyor ve tüketim odaklı olarak ithalat ve ihracat arasındaki açık da büyüyor. Doğrudan yatırımlar istihdamdaki sıkıntımız da göz önüne alınırsa bizim için önemli. Doğrudan yatırımların artmasıyla istihdamımız artar, yapılan yatırımlarla talep desteklenir ve iç piyasada hareketlenme yaşanır. Haksız rekabet olmadığı sürece süreç tüketicinin lehine işler ve şirketlerimizin bilgi, deneyim ve teknolojileriyle ilerleme sürecine büyük katkılar sağlar. Döviz girişi ile ekonomimiz ani şoklara karşı kırılgan bir yapıdan güçlü bir konuma geçer. Üretim kapasitesinin ilerlemesi yanında bütçenin açıklarına da vergi gelirlerini arttırması yönüyle kapatmada yardımcı olur. Yeter ki ülkeye giren büyük sermaye ülkenin önemli kurum ve sektörlerini ele geçirerek tekel bir konuma geçmesin!
GİRAY SAN |
29.07.2010 |
Evlilikte mutluluk nasıl olur?
Milleti oluşturan ailedir. Aile de fertlerden oluşur. Aile fertleri sağlam olursa, aile de sağlam olur. Aileler mutlu olursa, millet de mutlu ve huzurlu olur. Günümüzde huzurlu aileler olduğu gibi maalesef çok emek ve arzularla kurulan evliliklerde huzursuzluklar kendini göstermektedir. Bu da aileler ve toplumun manevî sağlığını menfî yönde etkilemektedir. Peki; huzurlu aileler oluşmasında nelere dikkat etmeliyiz ki, bu kadar emekler boşa gitmesin, hem de milletçe bu manevi sıkıntılardan kurtulalım. İsterseniz mutlu aileler oluşturabilmek için şu konuları birlikte değerlendirelim: * Öncelikle birbirlerini severek isteyerek bir araya gelen bey ve hanımefendi karşılıklı fedakârlık yapmak zorunda olduklarını bilmelidir. Bu kutsal beraberlikten istenen sonucu alabilmeleri için birbirlerine sevgi ve saygıda samimî ve istekli olmalıdırlar. Eşlerin çocukları olduğunda sorumluluk hissetmelidirler. Özellikle babalar çocuklarına karşı sevgi ve ilgilerini eksik etmemelidir. Anneler zaten yaratılışlarından dolayı çocuklarına karşı ilgi ve şefkatle doludur. Asıl evliliğin çocuk sahibi olduktan sonra başladığının unutulmaması gerekir. * Eşler birbirlerinin ortak yönlerini iyi tesbit etmeli. Ayrıca maneviyâtlarını geliştirmeli. Çünkü akıl, kalp ve ruhun rahatı ancak bu şekilde mümkündür. Evde ortak değerler sistemli şekilde bilinip uygulanırsa mutsuzluk imkânsızlaşır. His ve önyargılardan uzak bir şekilde hareket ederek mutluluğun yolları bulunabilir. * Eşler birbirlerini eleştirmeye açık olmalı. Unutmamak gerekir ki, mükemmel ve kusursuz Allah’tır; herkesin hata ve kusuru olabilir. Eşler birbirlerinin haklarını iyi gözetmeli. Evliliğin mimarı erkektir, yapıcısı kadındır. İki taraf da birbirine rekabet etmemeli. Birbirinin noksanını tamamlamalı. Kendini en iyi görmek yerine fedakâr olmaya çalışmalıdır. * En iyi evliliklerde bile bazı problemler yaşanabilir. Bunları bir evlilik imtihanı olarak algılamak gerekir. Bu yaşanan hadiseler evliliğin basamaklarındaki mutluluk denemeleridir. Bunları aşabilen, evlilik sınavını iyi sonuçlandırabilir. Dertsiz insan yoktur, önemli olan dertlerin üstesinden gelmektir. Yılmamak ve ümitsizlik göstermemek gerekir. Küçük sebeplerden dolayı birbirini kırmadan anlayış ve sabır göstermek evliliğin kalitesini gösterir. Mutlu olmak ve mutluluğu devam ettirmek için beylere tavsiyeler: Eşinize teşekkür etmeyi hiçbir zaman ihmal etmeyin. Hiçbir şey sizin istediğiniz gibi olmasa da sinirlenmemeye özen gösterin. Eşinizi beğendiğinizi zaman zaman ifade edin. Her gün eşinize iltifat edin. Kalp kırıcı tavırlardan kaçının. Şayet eşinizi kırmışsanız hemen özür dileyin. Sizden özür dilenmişse hemen affedin. Aranızda meydana gelen bir problem varsa vakit geçirmeden çözmeye çalışın. Hanımlara tavsiyeler: Beyinizin sırlarını başkalarına anlatmayın. Bunun Peygamber (asm) tavsiyesi olduğunu aklınızdan çıkartmayın. Beyiniz eve geldiğinde ona şikâyetlerde bulunmayın. Kocanıza karşı kendinize çeki düzen verin, ona ilgi göstermeyi ihmal etmeyin. Beyiniz ve çocuklarınızın saadet ve mutluluğu için duâ etmeye devam edin. Beyinizi dinleyin, onu dinlemekten sıkıldığınızı belirten söz ve davranışlardan kaçının. Beyiniz sinirlendiğinde onu anlamaya çalışın, tartışma ortamı oluşturmayın. Çocuklarınızın terbiyenize verilmiş bir emanet olduğunu unutmayın. Beyinizle birlikte bu masum varlıkların Yaratıcının istediği şekilde yetişmeleri için en iyi imkânları değerlendirin. *** “Bahtiyardır o adam ki, refikai ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. “Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadeti dünyeviyesi içinde saadeti uhreviyesini kazanır. “Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. “Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder. “Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.” (Bediüzzaman Said Nursî) Evet; ne mutlu bütün bu tavsiyeler doğrultusunda evliliklerini karşılıklı saygı, sadakat ve fedakârlıkla huzur içerisinde devam ettirenlere…
MEHMET ERBAŞ |
29.07.2010 |
“Baba, beni Allah ile tanıştırır mısın?”
Geçenlerde bir ağabeyimiz anlatmıştı. Dindar bir ailenin küçük çocuğu, bir gün babasına beklenmedik bir soru sorar: “Baba, beni Allah ile tanıştırır mısın?” Eğitimci Ayşe Aydın’a göre, “Çocuğun kişiliğinin gelişimi iki temel unsurdan oluşur: Kalıtım ve çevre. Bu iki unsurdan çevre, kalıtıma göre daha etkin bir rol oynar. Önemli olan da bu çevre ve ortamı oluşturmaktır.” “Öncelikle küçük yaşlarda çocuğumuzun dünyası tamamen bizim çevremiz, arkadaşlarımız, ev ortamımız ve alışkanlıklarımızdan oluşur. Biz neyle meşgul olursak çocuğumuz da onu görür.”1 Bu dindar ailenin minik bireyi de, yaşadığı ev ortamında Allah’ın çok sevildiğini, anne babasının O’ndan çok bahsettiğini ve bir takım ibadetlerin yapıldığını gördü. Dolayısıyla onun bu çok sevilen “Bir”iyle tanışma arzusu, bu çok güzel ortamın oluşmasıyla ortaya çıktı. İnşâallah bu yavrumuzu anne-babası Allah ile tanıştırmayı başarmışlardır. Bir ağabeyimizin şu sözünü hiç unutmuyorum: “İnsanlar çiçek yetiştirmek, balık yetiştirmek, kuş yetiştirmek için kitap okurlar da ciğerpareleri olan çocuklarını yetiştirmek için neden kitap okumazlar?” Yıllardır, çocuklarımıza imanî hakikatleri anlatmaya çalışan biri olarak, bazı dindar ailelerin çocuklarında çok ciddî sıkıntıların yaşandığını gördüm. Başkaları çocuklarına anlatmıyor, ama bizler de galiba anlatmasını bilmiyoruz. Bazen de toptancı anlayış yanılgılarına düşüyoruz. Sanki onlar da bizimle birlikte, tabiî olarak, dindar olma sürecini yaşayacaklarmış gibi davranıyoruz. Ebeveynler olarak acilen “Çocuklarımızı Allah ile tanıştırma bilgisi”ne sahip olmamız gerektiğine inanıyorum. Aksi halde, boşluklar başka şekillerde dolduruluyor. Ve o masum zihinler başka şeylerle tanışıyorlar. Daha sonra ise telâfisi mümkün olmayan bir süreç başlıyor. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi “Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imânî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-i Müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer." 2 Demek ki, bir çocuğa kuvvetli bir iman dersinin daha küçükken verilmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde meydana gelen yabanîleşme sürecini tamir etmek müşkülleşmekte ve zorlaşmaktadır. Yine yakın akrabalarımdan birisi, küçük kızımı kastederek bana muzdarip bir şekilde “Ne olur, bir bez parçası da olsa, bunun başına şimdiden bağla” demişti. Çünkü “Daha küçük” ya da “Şimdi böyle giyinsin de büyüyünce içinde kalmasın” gibi anlayışlarla büyüttükleri kızlarını, daha sonra bütün çabalarına rağmen tesettür anlayışına getirememişlerdi. Elimizden geleni yaptığımız halde olmayanı açıklamak ayrı bir durum. Ancak yapmayı ihmal ettiğimiz, yapmayı ertelediğimiz, yapmayı bilmediğimiz durumlarla ortaya çıkan acı gerçeklerin sorumluluğundan nasıl kurtulabiliriz ki?... Acilen “Çocuklarımızı Allah ile tanıştırma bilgisi”ne sahip olmamız gerektiği vurgusunu tekrarlarken, bu muztarip babanın yaşadığı benzer hallere düşmeden, çocuklarımıza iman bilgisinin fıtrî meyiller içerisinde verilmesi gerektiği hususundaki hassasiyetlerimizin artması duasıyla…
Dipnotlar: 1- Ayşe Aydın, Bizim Aile dergisi, Şubat, 2008. 2- Emirdağ L. 86, Yeni Asya Neşriyat (Yeni Tanzim)
HASAN BULUT |
29.07.2010 |