Cevher İLHAN |
|
“Özerklik” değil, demokratikleşme… (2) |
Aslında Öcalan’ın “yol haritası”, Karayılan’ın “özerk bölgeler” önerisi, BDP’nin “federasyon raporu” ve en son BDP eşbakanı Demirtaş’ın “adem-i merkeziyet”i dile getirmesinden sonra Baydemir’in “bölgesel özerklik projesi”nin bir etnik-bölgesel ayrışma süreci olduğu, anlaşılmakta. Osmanlı’nın son devrinde de çokça tartışılan bu proje, Avrupa’daki Anglo-Sakson eğitimden ve Jöntürklerden etkilenen Prens Sabahaddin’in “iyi niyetli” de olsa Bediüzzaman’dan “frenk illeti” tâbir ettiği ecnebilerin “kavmiyetçilik” tahrikine âlet edileceği ikazını almıştı. (Sebilürreşad, 4 Mart 1336 -17 Mart 1920; Eski Said Dönemi Eserleri, 108-109) O gün “muhtariyet” denilen “özerkliğin”, ırkçılıkla tefrikayı uyandıracağı, ülkeyi ve milleti bölüp parçalayacağı bizzat Bediüzzaman tarafından başta Prens Sabahaddin olmak üzere muhataplara bildirilmişti. Önce “muhtariyetle-özerklikle” eyâletlere, ardından “istiklâliyetle - bağımsızlığını ilânla, ayrı devlete ve nihâyetinde “tavâif-i mülûk” diye tâbir edilen ülkenin ayrı ayrı devletçiklere taksimi felâket ve fitnesine zemin hazırlayan “ecnebi plânı”nı olduğuna dikkat çekilmişti. Demokrasi noksanlığıyla ırklar ve mezhepler arasındaki şiddetli ihtilâfların tahrikiyle, birdenbire merkez kaç kuvvetiyle, merkeze yönelik nefretle, Osmanlıdaki toplulukları başı buyruk yapıp dağıtacağını ve birbirinden koparacağı belirtilmişti. Daha medenileşmemiş, demokrasi ve hürriyete yabanî kalmış toplumdaki “vahşetin galeyanı”na sığmayacağını, Osmanlılık ve meşrûtiyet perdesini birden depreşip feverân ile yırtacağını yazmıştı. Bunun idârî hüviyette kalmayacağını, Birinci Dünya Savaşında görüldüğü gibi ecnebilerin parmak karıştırmalarıyla tefrikayla iftirakı azdıracağı ferâsetli tesbitini yapmıştı...
TEFRİKA FİTNESİ BELÂSI Bunun içindir ki Bediüzzaman, “Her kavmin devamlılık sebebini sağlayan millî örf ve âdetlerine, kendilerine mahsus dile-edebiyata ve fikrî kabiliyet kapasitesine uygun olarak mutlaka teşebbüslere başlanması gerektiğini tavsiye eder. Demokrasinin yaygınlaşmasının idarî anlamda yerinde yönetimin, mahallere mahsus lisân ve millî âdetlerinin gelişmesinin gereğini ifâde eder. İnsan hakları ve hürriyetlerinin mükemmelleştirilmesini ister. Milletin maddî ve mânevî kalkınmasının, etnisiteye ve bölgesel farklılıklara göre vatanı ve milleti tefrika fitnesi belâsına duçar etmeye kapı açan “adem-i merkeziyet” ya da “muhtariyet-özerklik”le değil, “usûl-ü merkeziye” denilen demokratik merkezî idâre içindeki birlik ve bütünlükle sağlanabileceğini açıklar. Diğer yandan Baydemir’in “özerk Kürdistan projesi”nin gelir dağılımında adaletin sağlayacağı tezinin sathî bir çarpıtma olduğu meydanda. Belli ki “küçük olsun, benim olsun” kavgası veriliyor. Ülkeyle birlikte topyekûn kalkınma vetiresini tamamlamış bir “Kürdistan” yerine, bölgenin tek başına kıt ve sınırlı kaynaklarla geri kalmasına râzı olunuyor. Oysa kalkınmanın demokratik ve sosyal yönü bir yana, bölgenin ekonomik açıdan diğer bölgelerden izole ve azâde mevcut imkânlarla kalkınmayacağı, en basit rakamlarla bilinmekte. Buna karşı Bediüzzaman, milletin “bütünlük ciheti” olan “usûl-u merkeziye”nin milleti birbirine bağlayan bağları ve gidiş yolunu, istikameti aydınlattığını anlatır; vatandaşlar arasında millî sevgi ve birlik bağlarını tahkim edeceğini beyân eder. “Zülâl-ı medeniyet” dediği medeniyetin tatlı suyunun bu mecrâda akacağını, unsurlar ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin ancak “demokratik merkezî usûl”le bir giderileceği tesbitinde bulunur…
“ÖZERK KÜRDİSTAN PROJESİ”NİN AKIBETİ… Yine bundandır ki, geçen asrın başında bilhassa gayr-i müslim unsurlar üzerinde oynanan “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet”le tefrikayı kışkırtan ve bugün “yerinde yönetim” ve “idarî taksimat” paravanında gündeme getirilen ve ülkenin bölüşülüp küresel güçlerin müdahâlesine sebebiyet verecek “özerklik projesi”nin, bölgelerin ve özellikle Doğu ve Güneydoğu’nun maddî kalkınmasını kamçılayacağı, boş bir iddiadan ibâret… Bediüzzaman’ın bundan tam doksan yıl önce, “eyâlet sistemi”ne kapılar açmanın, Peygamberimizin beyânıyla, “asâbiyet-i cahîliye” denilen onüç asır evvel ölmüş ırkçılığı-kavmiyetçiliği yeniden azdırmakla fitneyi uyandıracağı ihtarının ehemmiyeti büyüktür. Terör örgütünün terörü tırmandırdığı, karakol ve birlik baskınlarından şehirlere kadar indiği ortamda, “aylılıkça tehditler”le ve şantajlarla politik tartışma zeminine taşınan ortamda, ülkenin etnik ve bölgesel ayırımlar üzerine ayrı ayrı meclislerle ve bayraklarla bölünmesini hedefleyen “özerklik projesi”nin akıbeti bu… Buna mukabil, gerçek ve sürdürülebilir maddî ve mânevî kalkınmanın, “demokratik merkezî usûl”le demokratikleşmeyi başarmış, hak ve özgürlüklerde ilerlemiş “müreffeh Türkiye”nin büyük bütçesi ve kalkınma plânı içinde olacağı, hissiyatta mağlup olmayan aklı başında herkesçe teslim edilmekte… Özetle hak ve hürriyetlerin hakkıyla geliştirilmesi, millet irâdesinin ortak temsilcisi ve birliğinin çatısı Meclis’in uhdesinde yapılmalı. Yoksa bugün “özerklik”le ileri sürülen “adem-i merkeziyet”in milleti birbirine bağlayan mânevî ve maddî râbıtaları kesip bozacağı, dünden bugüne vâhim ve çarpıcı örnekleriyle ortada… 04.08.2010 E-Posta: [email protected] |