Ahmet DURSUN |
|
Sokağa atacak kaç çocuğumuz var |
Seküler bir hayat tarzını, dayatmacı bir eğitim algısıyla yaygınlaştırmak isteyen zihniyete ait hata zincirinin son halkası olan LYS kılavuzundaki yanlışlığın ifade ettiği anlamı bir önceki yazımda aktarmaya çalışmıştım. Elbette ki, burada çıplak olan kral ÖSYM değil; bizzat sistemin kendisidir. ÖSYM’nin kılavuz hatası ortaöğretimden gelen baskının büyüklüğünün bir yansımasıdır. İki milyondan fazla adayın girdiği ve pek azının gerçek anlamda bir üniversiteye yerleştirilebileceği bir sınav için ÖSYM neler yapabilir? sorusunun cevabı, genel bir zihniyet değişikliğini ifade eden tedbirlerde saklıdır. İdeolojik dayatmaların ve günlük siyasetin çıkar ilişkilerinden beslenen sisteme güvensizlik o kadar artmıştır ki, “çocuklarımız okullara emanet edilemeyecek kadar değerlidir” düşüncesi yaygın bir fikir haline gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Bakanlığı, genel başarısızlığın ve çöküşün itirafı olabilecek bir kararla, sene sonundaki ‘ortalama yükseltme ve sorumluluk sınavları’nda başarısız olan öğrenciler için yeni sınav hakkı verdi. Başarısız öğrenciler bu hakla en fazla dört dersten sınava girebilecekler ve başarılı oldukları takdirde sınıflarını geçebilecekler. Bu kararın altındaki temel sebep; sınıfta kalan öğrencilerin çokluğundan ötürü, bir üst sınıfların öğrenci yokluğundan dolayı açılamaması tehlikesidir. “Ne güzel işte, böylece çocuklarımız sınıfta kalmayacak, okuluna devam edecek” diyenleriniz olabilir; ama herkesi okutma, herkesi üniversiteli yapma düşüncesi, sonuç itibariyle içinden çıkılamayan keşmekeşi ve farklı problemleri doğurmaktadır. Bu tür kararlar, biz sizin çocuğunuzu birkaç yıl daha lise sıralarında oyaladıktan sonra sokağa atacağız anlamına gelmektedir. Gittikçe hantallaşan, sadece lise diploması vermeyi amaçlayan bu anlayış, daha hantal yapıların kapısını aralamakta ve bir üst yapı olan üniversite eğitimini de baltalamaktadır. Son günlerde mantar gibi çoğalan, altyapısı yetersiz, yüksek lise konumundaki yeni; ama yetersiz üniversiteler, okuduğunu anlamayan, soyut düşünemeyen, matematik ve fen bilmeyen, verilen sınav haklarıyla zorla sınıf geçirtilerek liseden mezun edilen öğrenciler içindir. Aynı durumdaki paralı öğrenciler için özel üniversiteler şefkatli kollarını açmış, duygusal bir biçimde onları bağırlarına basmak için beklemektedirler. Üniversitede okuyamayacak düzeyde olan binlerce öğrencinin yetersizliğini üniversitelere yıkmak, orta öğretimin yapamadığını üniversitelerden beklemek ise, üniversite kavramının içini boşaltmak, üniversiteleri bilimden uzaklaştırmak anlamını taşımaktadır. Bu durumun yansımaları, son zamanlarda öğretim üyeleri tarafından dile getirilmektedir. Öğretim üyeleri; düşük puanla üniversiteye gelen altyapısı zayıf öğrencilerin başarı çıtasını ve eğitim kalitesini düşürdüklerini ifade etmektedirler. Üniversiteler ortaöğretim düzeyinde bir eğitime geri dönüş tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Sonuç itibariyle, sınava endeksli bir sistemin akıl yürütme, muhakeme, sorgulama gibi yetenekleri gençlerimizden gaspettiği; onların yerine okumayan, düşünmeyen, irdelemeyen, soruşturmayan bir tipi doğurduğu ortadadır. Bu tipten yararlanmak isteyenlerin nasıl bir rant sistemi oluşturduğu ise ayrı bir konudur. Kontenjan artışlarıyla ve yeni açılan üniversitelerle başarısızlığını örtmeyi düşünen sistem, sonu hiç de iyi bitmeyecek karanlık bir geleceğe doğru ülkeyi sürüklemektedir. Yapılması gereken; geçmişle yüzleşmeyi ve ondan dersler çıkarabilmeyi de içeren, popülizmden uzak cesur eğitim politikalarını belirlemek ve uygulamaktır. Öncelikle sınava endeksli bir başarı anlayışını içeren zihniyet terk edilmeli, ‘insan’ yetiştirmeyi önceleyen bir anlayışın temelleri atılmalıdır. Köhnemiş, iflâsı belgelenmiş ideolojik vurgular eğitim sisteminden ayrıştırılmalı; öze, ruha yönelik, idealizmi içinde barındıran topyekûn bir zihniyet değişikliğinin zemini oluşturulmalıdır. Kaç kişinin üniversiteye girdiğini değil, kaç faydalı gencin yetiştirildiğini, kaç çocuğumuzun sokaklara bırakılmadığını sorgulayan, kemiyetten ziyade keyfiyeti arayan kaygının zihni altyapısı oluşturulmalıdır Şüphesiz eğitim meselesi bir bütün olarak ele alınmalı, bir ömür boyu devam edecek bu sürecin kaliteli-nitelikli sonuca ulaşabilmesi için bazı somut adımlar da atılabilmelidir. Eğitim meselesi, günlük siyasetin ideolojik ya da oya endeksli reflekslerinden uzak tutulmalı, katsayı vb., eğitim ahlâkına ve vicdanına sığmayan keyfi uygulamalara son verecek cesur düzenlemeler yapılmalı, şeffaflıktan korkulmalıdır. Herkese üniversite okutmak gibi temel bir yanlışın içinde düşmek yerine, meslek liselerinin önü açılmalı; meslek okulları ile birlikte yüksek öğretim görmek ve belirli bir meslek edinmek isteyen öğrenciler, mesleğe yönelik elemanlar yetiştiren meslek yüksek okulları ve politeknik üniversiteler gibi okullara yönlendirilmelidir. Bütün bunlar da “eğitim” tanımlamamızı yeniden yapmayı gerektiren, demokratik yapılanmalar içinde gelişebilmeyi amaçlayan baştan sona bir iyileştirmeyle ve değişimle mümkün olabilecektir. 03.08.2010 E-Posta: [email protected] |