Basından Seçmeler |
Devlet, 80 yıl boyunca aldattı bizi
TÜRKİYE’NİN büyük problemi olan “Kürt sorunu”nda işler iyice sarpa sarıyor. Şiddet eskiden sadece güneydoğuyu kasıp-kavururken artık Batı’daki kentlerde de boy gösteriyor. Kürt milliyetçilerinin giderek daha yüksek sesle çıkan talepleri ise, ülke çoğunluğunu sadece daha fazla çileden çıkarıyor. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Türk bayrağının yanında bölgesel bir “ Kürdistan bayrağı” istemesi, tam da böyle bir şey. Öte yandan başta “MHP-CHP koalisyon muhalefeti” olmak üzere tüm “açılım karşıtları” hep bir ağızdan hükümeti suçluyor. “Eskiden böyle bir dert yoktu, Akepe çıkardı” diyorlar. Böyle yapmakla da, bu sorunu yoktan yaratan ve kangrenleştiren eski “devlet politikalarını” ve dahası “devlet yalanlarını” desteklemeye devam ediyorlar. Evet, açık konuşalım, bizim devlet bu Kürt meselesinde 80 yıl boyunca yalan söyledi bize. Kürtler diye bir toplum olmadığı; varsa da hepsinin “Ne mutlu Türküm diyene” çatısı altında seve seve birleştiği; bütün direniş ve isyanların da “dış güçler”den çıktığı mavalını okudu. Oysa devletin kendisi işin böyle olmadığını en baştan beri biliyordu. Ama “bir yalanı yeterince uzun süre söylersen herkes inanır” hesabına güvendi. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın başında boşuna “Türkler’den, Kürtler’den ve bütün anasır-ı İslamiye”den, yani Osmanlı’nın farklı kimliklerden oluşan renkli bir “Müslüman milleti”nden söz etmiyordu. Bir süre sonra “Türkiye halkı”ndan bahsetmeye başladı ki, o da kurtarırdı. Ama Lozan’dan sonra aniden “Türk milleti”ne geçti. Hatta hızını alamayıp 30’lu yıllarda “Türk soyu”na ve “Türk ırkı”na kadar açıldı. Bazı CHP seçkinleri işi fiili “kafatasçılığa” kadar götürdü. Bu kadar inkarcı ve dayatmacı bir “ulus inşası”nın Kürtleri kazanabileceğine nasıl inandılar, hayret. Terakkiperver Fırka’nın liberal/muhafazakar isimlerine kulak verseler, örneğin Kazım Karabekir’in Kürt raporuna dikkat etseler belki biraz “ akıl ve izan” bulabilirlerdi. Ama kendilerinden başka kimseyi dinlemeye niyetleri yoktu. Açılım devam etmeli Bu “kafa” Cumhuriyet tarihi boyunca “devlet”e egemen oldu. “Restorasyon” ihtiyacı hissettiğinde darbe yaptı. Bunların en ağırı olan 12 Eylül, bazı sol-Kemalistlerin sandığı gibi nevzuhur bir “Amerikan icadı” değildi; tek parti ideolojisinin biraz “anti-komünizm” katılmış bir devamıydı. 12 Eylülcülerin Kürtçe diline getirdikleri yasak yeni bir şey değildi; 30’lu yıllarda da Diyarbakır meydanına jandarma dikilip “vatandaş Türkçe konuş” dayatması yapılmıştı. (...) Velhasıl, bugün geldiğimiz nokta, önemli ölçüde “Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi”ndeki bir sorunun sonucudur. Problemin diğer yanında kuşkusuz fanatik bir Kürt milliyetçiliği ve PKK’yla cisimleşen bir şiddet ve terör dalgası da vardır. Ama kurucu ideolojideki “hesap hatası” olmasa, Kürt tarafındaki fanatizm ve militanlık da bu kadar şiddetli olmayabilirdi. Durum bu olduğuna göre de, Einstein’ın ünlü lafını hatırlamakta fayda var: “Bir problemi, onu yaratmış olan bilincin aynıyla çözemezsiniz; dünyayı farklı bir biçimde görmeye başlamanız şarttır.” Kürt Sorunu’nun çözümü de ancak “dünyayı farklı bir biçimde görmeye başlarsak” mümkün olacaktır. Açılım, bu yönde atılmış doğru bir adımdı; sadece eksik kaldı ve tökezledi. Ama mutlaka devam etmelidir, çünkü başka yol gerçekten yoktur.
Mustafa Akyol / Star, 2.8.2010 |
03.08.2010 |
Anayasa paketi ve askerî yargı
İKTİDAR partisi tarafından hazırlanıp TBMM’den ve AYM’nin denetiminden geçen ve 12 Eylül 2010 tarihinde referanduma sunulacak olan Anayasa paketinde 26 madde var. İlk bakışta çok karmaşık düzenlemeler içeren paketin pek çok eksiği olduğu söylenebilir. Bu yazı askeri yargı konusuna eğiliyor. Bizim hukuk sistemimiz öncelikle ikiye ayrılır: Sivil yargı ve askeri yargı. Anayasamızın ilgili maddeleri bir araya getirildiğinde toplam dört adet askeri mahkeme olduğu görülür: Askeri mahkemeler, askeri disiplin mahkemeleri, Askeri “Yüksek” İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay. Hükümetin Anayasa paketinde yaptığı değişikliklerin ana amaçlarından biri, asker kişilerin askeri olmayan suçlarından ötürü sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolunu açmaktır. Gerekçesi ise oldukça mantıklıdır: “Pek çok ülkede sivil yargının yanında ayrıca bir askeri yargı yoktur. Asker kişiler de işledikleri her türlü suçtan dolayı sivil mahkemelerde yargılanmaktadır. Yine çoğu ülkede en azından askeri mahkeme ve disiplin mahkemesi ayrımı yoktur. Askeri mahkemeler, sadece disiplin mahkemeleri olarak çalışmaktadır.” Hükümet, yapılması gerekeni gerekçede ortaya koymuş. Ama, olması gereken değişiklikleri pakete koymamıştır. Yani, teşhis doğru konulmuş; ancak, çare önerilmemiştir. Yeni Anayasa paketinin ortaya koyduğu hukuk sisteminde askeri yargıda mevcut olan dört mahkeme de muhafaza edilmiştir.
ASKERÎ DİSİPLİN MAHKEMELERİ BÜYÜK SORUN Türkiye’nin diğer insan hakları sorunları gibi askeri disiplin mahkemeleri sorunu da AİHM’ye kadar ulaşmıştır. Askeri disiplin mahkemesi, Çavuş İrfan Bayrak’ı, talimatlara aykırılıktan ötürü 30 gün ve ayrıca nöbet sırasında uyumaktan ötürü de 45 gün hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırınca Bayrak da soluğu Strasbourg’da almıştı (İrfan Bayrak/Türkiye, 03.05.2007). AİHM, öncelikle, başvurucunun toplamda 75 gün hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edildiği, bir diğer ifade ile, 75 gün özgürlüğünden mahrum kaldığının altını çizmiştir. Mahkeme’ye göre bu ceza hafif sayılabilecek bir ceza değildir; bu cezaya hükmedecek kurumun bağımsız ve tarafsız yargılama yapan bir kurum olması gerekir. Bu noktadan sonra, AİHM, askeri disiplin mahkemelerinin kuruluşunu ve yargılama sistemini sorgulama yoluna gitmiştir. AİHM, disiplin mahkemelerinde görevli subay ve astsubayların askeri hiyerarşi içinde üstlerinin emir komutası altında çalışan, askeri disipline bağlı ve bu açıdan denetlenen asker kişiler olduğunu tespit etmiştir. Olayda, iddianameyi hazırlayan subayın rütbesi (albay) disiplin mahkemesinin üyelerinin rütbesinden üstündür. Mevcut sistemde cezalandırma talebi üstten gelen bir emir niteliğinde olabilmektedir. Ayrıca, disiplin mahkemelerinde görev yapan üyeler, hâkimlik teminatından da faydalanamamaktadır. Mahkeme, disiplin mahkemesi üyelerinin bir yıllık atanma sürelerini de, aslında tek başına bir sorun teşkil etmemesine rağmen, diğer şartlar göz önüne alındığında yine hâkimlik teminatını olumsuz etkileyen unsur olarak değerlendirmiştir. AİHM’nin kararı çok açık: “Türkiye’deki askeri disiplin mahkemeleri bağımsız ve tarafsız değildir. Bu yüzden de adil yargılanma hakkına aykırıdır.” Hatta denilebilir ki, AİHM askeri disiplin mahkemelerini mahkemeden dahi saymamaktadır. Bu kararla, askeri disiplin mahkemelerinde şu ana kadar yapılan ve halihazırda süren binlerce davanın tümü de adil yargılanma hakkına aykırı hale gelmiştir.
ÇÖZÜM NEDİR? Anayasa paketinin söylenen demokratikleşmeyi getirmesi isteniyorsa, askeri yargıdaki disiplin mahkemelerini de ortadan kaldırması gerekir. Bunun için disiplin mahkemeleri anayasadan çıkarılmalı, askeri mahkemelerde disiplin suçlarına bakan mahkemelere dönüştürülmelidir. Hükümet ancak böylelikle anayasa değişikliğinin gerekçesi konusunda tutarlı ve inandırıcı olur. Ayrıca, bu sayede, Türkiye’de askeri yargının geniş görev alanından kaynaklanan sorunları da çözmüş olur. Hukuk devleti olmanın gereği budur.
Yrd. Doç. Dr. Olgun Akbulut Haber Türk, 2.8.2010 |
03.08.2010 |