Cevher İLHAN |
|
“Özerklik” değil, demokratikleşme…(1) |
Terörün tırmandığı vasatta referandum gürültüsünde BDP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir’in “özerklik” talebi, “demokratik açılım”ın tıkanma sebebi olan terör örgütünün “yol haritası”nı bir defa daha tartışmanın gündemine soktu. Tunceli’de tertiplenen panelde konuşan Baydemir’in “özerklik projesi”, Öcalan’ın geçen yıl İmralı’da avukatları aracılığıyla açıkladığı ve daha sonra Başbakanlığa gönderdiği “defter”deki “yol haritası”yla aynı. Israrla siyasî parti olarak irâdeyi terör örgütüne veren ve terörist başını “muhatap alınması”nı öneren DTP-BDP eşbaşkanları ve sözcüleri gibi Baydemir de, etnik yapıya dayalı “bölgesel özerklik” perdesinde “federatif sistem”i istiyor. Tıpkı Öcalan ve Kandil’deki terörist elebaşı Karayılan gibi her ne kadar zâhiren “federasyon istemiyoruz” dese de, “etnik kimliklerin, emekçilerin, inançların özgürce ifâdesi”nin standartları geliştirilmiş demokrasi yerine otonomiye varan geniş “eyâlet sistemi”yle olacağını söylüyor. “Özerk Doğu Karadeniz’ olacak ‘Özerk Orta Karadeniz’ olacak, aynı zamanda ‘Özerk Kürdistan’ olacak; belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk Bayrağıyla birlikte sarı-kırmızı-yeşil Kürdistan bayrağı dalgalansa ne olur?” diye görünürde mâsum gibi görünen Baydemir’in bu isteği, aslında Öcalan’ın “Türkiye’nin yönetimden belediyelere, eğitimden sağlığa, spordan dinî hizmetlere kadar tamamen ayrı, ayrı ayrı bayrakları bulunan özerk bölgelere taksimi”yle çakışıyor. Kısacası Öcalan’ın “yol haritası”yla Baydemir’in “bölgesel parlamento” ile başlayıp “Kürdistan özerk bölgesi” tezi, ülkenin eyâletlere ayrılması anlama geliyor...
“ECNEBİ PROJESİ”NİN TEKRARI İşin çarpıklığı, topyekûn demokratikleşme, hak ve hürriyetlerin geliştirilmesi yerine, ırkî ayrıştırıcılık ve bölgesel farklılıklar üzerinde tefrikayla bölünme ve parçalanmaya varan örtülü federasyonun çözüm olarak görülmesi. “Sivil toplumun demokratikleşmesi ve özgürlükler” paravanında “iftirak projesi”nin dayatılması… Bilindiği gibi DTP daha önce de “federasyon raporu”nda “İskoç modeli” gibi çeşitli “proje”lerle adı konmamış “özerklik”ten ve “otonomi”den başlayıp ülkenin 23 eyâlete ayrıştırılması plânını ortaya atmıştı. Öcalan’ın sivil demokratik sistemin güçlendirilmesi yerine, “devletin Kürtlerin varlığını tanıması”nı “devletin Kürtlerin ulus olma hakkı”na bağlamasının ardından Baydemir’in demokratikleşmeyi, özgürlükleri ve gelir dağılımında adaleti, etnik ve bölgesel özerkliğe endekslemesi, “yerel” ve “yerli” olmanın ötesinde İslâm ülkelerinde demokrasinin inşası yerine ırkî ve bölgesel ayırımlarla bölüp parçalamayı hedefleyen uluslar arası “ecnebî projesi”nin tekrarı oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanları etnik ve bölgesel iftirakla Osmanlı topraklarını cetvellerle bölüştürüp birbirinden ayıran 20. asrın başındaki sömürgeci İngilizlerin iftirak fitnesi, okyanuslar ötesinden üflenen “büyük tefrika projeleri”nin uygulanması olarak tezâhür ediyor. 21. asrın başında işgalci yeni küresel yamaklarınca yeniden tatbike konuluyor... Ve bu durum, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e bütün Türkiye’nin hakkı olan ve mutlaka başarılması gereken demokrasi, hak ve hürriyetlere “özerklik” ve “eyâlet” ayrıklarını sokuşturmakla zehirliyor. Terörün bitmesi, anaların gözyaşının dinmesi, terör örgütünün tasfiyesi için “terör örgütünün ve terörist başının muhatap alınması” garâbetiyle Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesini dinamitliyor. Büyük iddialarla ilân edilen “açılım”ı daha baştan akamete uğratıp bombalıyor…
BİR BATI REÇETESİ… Aslında en son Baydemir’in seslendirdiği sözkonusu “özerklik” ve “eyâlet” talebi, bundan bir asır önce Osmanlının son döneminde “muhtariyet” adı altında gündeme gelmiş ve hararetle tartışılmıştı. Osmanlının çözülüşüne karşı ortaya atılan “Osmanlıcılık”, “Türkçülük” ve “İslâmcılık” akımlarına mukabil, babası Mahmut Celâleddin Paşa’nın ülkeyi terk etmek zorunda bırakılması sonucu uzun yıllar yaşadığı Avrupa’daki Anglo-Sakson eğitimden etkilenen, dönemin kargaşasında Paris’te Jön Türklerle yakınlaşan Sultan II. Abdulhamid’in yeğeni Prens Sabahaddin’in entelektüel “ferdiyetçi fikirler”le ortaya attığı yenilikçi “adem-i merkeziyetçilik” fikri de, yine bir “Batılı değişim projesi” olarak bunların başında geliyordu. Oysa Batı toplumlarındakine benzer maddeci felsefenin “endüstriyel medeniyeti oluşturmuş insan tipi” üzerine kurulu “sistem”in kopyalanması olan bu ithal nevzuhur Batı reçetesi “adem-i merkeziyet” tezi, milletin fıtratına yabancıydı… Bunun içindir ki Bediüzzaman Said Nursî, “Prens Sabahaddin Beye cevabı”nda “hayat ittihaddadır” ifâdesiyle başlar. Peşinen “adem-i merkeziyet”e karşı “usûl-ü merkeziye”nin çâre olduğunu belirtir. Hak ve hürriyetlerin gelişmesinin “serbesti inkişâf” dediği maddî ve mânevî kalkınmanın ancak birlik ve bütünlük içinden ancak olacağını beyân eder. Aksi halde “adem-i merkeziyet”in ecnebilerin “frenk illeti” tâbir ettiği “kavmiyetçilik” tahrikiyle, vatanı ve milleti taksimle bölüp parçalamaya götüreceğini ikaz eder. (Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, 183-184) 03.08.2010 E-Posta: [email protected] |