Cevher İLHAN |
|
Provokasyon meydanda... |
Türkiye, ağır bir tahrikin içinde. Karakol baskınları, askerî birlikler ve üslere yapılan saldırıların ardından tırmanan terörün şehirlere kadar sıçraması, fitne ateşini alevlendiriyor. İnegöl’deki olayların ve özellikle Hatay-Dörtyol’da dört polisin şehid edilmesine mukabele amacıyla Hakkari Yüksekova ve Çukurca’dan Nusaybin’e çocukların istimal edildiği havaî fişekli, bombalı ve çatışmalı “kınama eylemleri”, durumun vahâmetini ortaya koyuyor. Türkiye göz göre göre “açılım” sürecinde ve referandum sath-ı mâilinde terör ve iç çatışma girdabının içine sürükleniyor. Aslında “açılım”da siyasî iktidarın muhatap aldığı DTP-BDP’nin asıl muhatap ve adres olarak otuz bin insanın ölümünden mahkûm İmralı’daki terörist başını muhatap alması, meseleyi çıkmaza sokuyor. Bilhassa Öcalan’ın Haziran başında “terörün arttırılması, orta ölçekli isyanların ve çatışmanın şehirlere yayılması” tâlimatı ve şantajının peşinden sözkonusu baskın ve saldırıların meydana gelmesi, hükûmetin siyasî muhatabının irâdesine sahip olmayan “sanal bir siyasî partiler” olduğunu su yüzüne çıkarıyor.
TÜRKİYE’NİN GERÇEK GÜNDEMİ Ne var ki provokasyona uygun ortam oluşturma amacını taşıyan, kargaşa ve kaosla Türkiye’yi iç savaşa sürükleme senaryosu olan bu ağır tahrike karşı AKP hükûmeti, hâlâ hiçbir ciddî tedbire başvurmuş değil. Hâlâ gündelik konjonktürel siyasî hesaplar peşinde. Hâlâ teröre doğru teşhis konulmamış. Köklü önlemler yerine sathî ve geçici çözümlerle geçiştiriyor… Bir yandan terör örgütünün “taşeron” olduğu söylenirken, diğer yandan çatışmaları körükleyici ve toplumdaki gerginlikleri arttırıcı taktiklerle etnik tefrika ve ayrışmayı ateşleyen ve günlerce süren olayların “sıradan asâyiş olayları” olarak yorumlanması, hükûmetin bu konudaki kafa karışıklığını açığa çıkarıyor. Bu bakımdan İçişleri Bakanı Atalay’ın, 54 kişinin gözaltına alındığı, üç polis otosunun, biri zabıta aracının yakıldığı, vatandaşların yaralandığı, 5 sivil araç ile 9 iş yerinde de hasar meydana geldiği İnegöl’deki olaylı gece değerlendirmesi, bunun açık ifâdesi olmakta. Provokatörleri, kavgaya karışan da “aşırı alkollü birkaç sarhoş”un ve “sporla ilgili amigolar grubu”na atfeden “spontane bir hâdise” yorumu, oldukça hafife kaçmıştır. Bakan belki de “olayları büyütmeme” maksadıyla böyle bir açıklamayı tercih etmiş; ancak daha sonra Dörtyol’da kentin ortasında polislerin katliyle tekrarlanan tahrik ve provokasyona bakıldığında işin içyüzünün hiç de öyle olmadığı anlaşılmakta. Gerçekten Türkiye’nin başında başta terör belâsı olmak üzere içte ve dışta bunca derdin bulunduğu, terörle mücadelede hâlâ bir mutâbakatın sağlanmadığı politik gerginlik vasatında, ülkenin önüne getirilen referandumun ne yazık demokratik hak ve özgürlüklere getirisini de tartışma dışında bırakıyor. Türkiye’nin başta demokratikleşme, ekonomik kiriz, AB müzâkere süreci olmak üzere gerçek gündemini tartışmasını engelliyor.
SİYASÎ HAVA AJİTE EDİLİYOR Doğrusu, en başta sorumluluk taşıması gereken iktidar partisi, ne yazık ki bu hususta gerekli itinayı göstermiyor. Başbakan, Anamuhalefet liderinin gittiği illere gidip bütün bunları pervâsızca bütün bunları siyasî malzeme olarak istimal ediyor… Görünen o ki siyasî iktidar ve muhalefet, ciddî bir yanlış strateji içinde. Referandumun demokratik - antidemokratik muhtevası ve tercihlerini analiz etmek yerine, âdeta seçim yarışı gibi siyasî hava ajite ediliyor; meydanlarda halkın da talepleri, ülkenin sorunları değil, politik atışmalarla meşgul. Oysa Türkiye’nin bu süreçte lüzumsuz politik polemikler ve suçlamalar yerine “terörün sebepleri”ni ve terörle mücadelede sorunu çözücü çâreleri tartışması, demokratikleşmenin önündeki engellerin kaldırılması ve referandum sürecinde demokratik sivil anayasayı, hak ve hürriyetleri konuşması gerekirdi. Olayların provokasyon olduğu meydanda. Ancak evvela iktidarın buna meydan vermemesi icâb ediyor… 30.07.2010 E-Posta: [email protected] |