Faruk ÇAKIR |
|
Hangisi suç? |
Yüksek Askerî Şûrâ toplandı ve mutad olduğu üzere TSK’daki terfileri görüştü. Ağustos başında toplanan heyetin aldığı kararlar cumhurbaşkanının imzasından sonra kamuoyu ile paylaşılacak. Son yıllarda yapılan hemen her YAŞ toplantısından sonra bazı TSK mensupları ‘ihraç’ edilirdi. Bu defa böyle bir karar alınıp alınmadığını bilmiyoruz. Fakat şöyle bir çelişki dikkatlerden kaçmıyor: Son yıllarda yüzlerce, belki de binlerce kişi ‘inançları’ sebebiyle, daha açık ifade etmek gerekirse ‘namaz kıldığı için’ ya da ‘eşi başörtülü diye’ TSK’dan (YAŞ kararlarıyla) atılmıştır. Bu yılki YAŞ toplantısı öncesinde haklarında tutuklama kararı alınan TSK mensupları vardı. Bir şekilde bu kişiler tutuklanmadı ve YAŞ toplantısı bu beklentilerin altında yapıldı. İşte ‘çelişki’ burada: Namaz kılanlar ‘irtica’ suçlamasıyla çok rahatlıkla YAŞ kararıyla TSK’dan atılabilirken ‘darbe planı yapanlar’ korunuyor! Muhtemelen ‘resmî zevat’ çıkıp, “Biz hiç kimseyi namaz kıldığı için ordudan atmadık!” diyebilir. Merak ediyoruz: Bunca şahit varken, böyle bir yanıltmaya nasıl tevessül edilir? Bu durum, vatandaşın merakını celbediyor: Darbeci olmak, darbe planları yapmak ‘suç’ değil de; inancı gereği namaz kılmak, eşi başörtülü olmak ‘suç’ mu? Çelişkiler yumağının bir katı da şu: Bu kararlara imza atanlar da yeri ve zamanı geldiğinde, “Benim de anam başörtülü, benim de babam namaz kılar, ben de hiç değilse ‘cenaze namazı’ kılarım!” der. Der, ama önüne gelen bu kararları gözü kapalı olarak imzalar. Bütün zerrâtımızla “Bu yanlışlara bir son verilsin” diyoruz. Milletin gözü önünde yaşanan bu çelişkiye dikkat çeken Bahçeşehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Eser Karakaş, hadiseyi şöyle değerlendirmiş: “Acaba bu subaylar hakkında aynı subaylar için bir yakalama emrini bir özel yetkili mahkeme ‘Komünizm’ suçundan ya da ‘Dinî faaliyetler’ yüzünden vermiş olsalardı, acaba asker aynı tutumda olur muydu? Genelkurmay’ın tavrı aynı olur muydu? Şimdi o zaman Genelkurmay komünizm propagandası yapmak, irticai faaliyette bulunmak ya da bir silâhlı terör örgütüne üye olmak darbecilik konusundaki mahkeme kararları arasında bir ayırım yapmış oluyor. Bu Türk Silâhlı Kuvvetleri açısından çok talihsiz bir durumdur.” (Yeni Şafak, 3 Ağustos 2010) Yaşanan bu çelişkiye sivil toplum kuruluşlarının yeteri kadar itiraz etmediği görülüyor. Elbette itiraz edip basın açıklaması yapanlar var, ama yeterli olduğunu söylemek zor. Siyasî partilerin bu konudaki sessizliği de ayrı bir konu. Milletten aldıkları güçle faaliyetlerini devam ettiren partiler, darbe suçlamasıyla tutuklanmak istenen personelin terfi alma ihtimaline karşı sessiz kalmayı tercih etmiş durumdalar. Darbelerin birinci hedefi siyasî partiler ve TBMM olduğuna göre en ciddî itiraz bu kesimden gelmeli değil miydi? Milleti yanılttığını, uyuttuğunu ve gerçekleri unutturduğunu zannedenler yanlış yapıyor. Kamuoyu bu hataları görüyor, ikaz ediyor ve tekrarlanmamasını istiyor. Darbecileri korumak ve kollamak hiç kimseye fayda sağlamaz, vesselâm. 04.08.2010 E-Posta: [email protected] |