Baki ÇİMİÇ |
|
Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniye ve Risâle-i Nûr |
Cadde-i Kübrâ; en selâmetli Kur’ân yolu; Sahâbe ve Peygamber vârisi olan büyük zatların tâ’kîb ettikleri yol olarak tâ’rîf ediliyor. Cadde-i kübrâ-i Kur’âniye ise Kur’ân’ın büyük, geniş ve sağlam caddesidir; Kur’ân yoludur. Bedîüzzaman Hazretleri de mesleğini “Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye”1 olarak tâ’rîf eder. Böylece mesleğinin dar bir kulvar ve patika bir yol olmadığını açık olarak ifâde etmiş olur. Risâle-i Nûr mesleği ise, cadde-i kübrâ olan sahâbe mesleğinin bir yansıması ve cilvesi olma cihetiyle Kur’ân’dan gelen hak düsturlara ve hakîkat-ı İslâmiyeye bağlıdır. Ve bu cihetle İlâhî hidâyete tâbi’ ve muhâfızı olmaları sebebiyle bir şahs-ı mânevîye ittibâ’ edilir, merciiyet mânâsında şahıs veya şahıslar nazara alınmamalıdır. Nûr Çeşmesi eserinde bir mektupta ise Cadde-i Kübrâ şu ifâdelerle îzâh edilmektedir: “Risâle-i Nûr, verâset-i nübüvvet yoluyla doğrudan doğruya hakîkatü’l-hakâika yol açmış cadde-i kübra-ı Kur’âniyedir.”2 Bu îzâhlardan da anlaşılacağı gibi “Risâle-i Nûr’un yolu, mesleği, bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahvâl-i rûhiyelerine göre en selâmetli, en kısa ve umûmî bir cadde-i Kur’ân’dır. Serâpâ ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir.” 3 Ayrıca “Cadde-i kübrânın, velâyet-i kübrâ olan ehl-i verâset-i nübüvvet olan Sahâbe ve Selef-i Sâlihînin caddesidir”4 denilerek bu caddenin ilk mümessillerinin ve tatbîkatçılarının Sahâbe ve Selef-i Sâlihîn olduğu da nazarlara sunulmaktadır. Bedîüzzamân Hazretleri cadde-i kübrâyı değişik eserlerinde daha müşahhas olarak netleştirmekte ve şöyle îzâh etmektedir: “Şems-i risâletin en yakın yıldızları ve en karîb vereseleri bulunan o asfiyadan, hiç kimsenin haddi değil, dahâ ileri gidebilsin. Belki cadde-i kübrâ onlarındır. Evet, cadde-i kübrâ, Sahâbe ve Tâbiîn ve asfiyanın caddesidir.”5 Esâsında cadde-i kübrâ yolu, Efendimiz Hz. Muhammed’in (asm) mi’râcıyla ümmete açılan bir yoldur. Böylece “Bütün evliyânın sultanı olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve rûhuyla, belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letâifiyle, kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin kerâmet-i kübrâsı olan Mi’râcı ile bir cadde-i kübrâ açarak hakâik-i îmâniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mi’râc merdiveniyle Arşa çıkmış, Kab-ı Kavseyn makâmında, hakâik-i îmâniyenin en büyüğü olan îmân-ı billâh ve îmân-ı bi’l-âhireti aynelyakîn, gözüyle müşâhede etmiş, Cennete girmiş, saâdet-i ebediyeyi görmüş, o Mi’râcın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış. Bütün evliyâ-yı ümmeti seyr ü sülûk ile, derecelerine göre, rûhanî ve kalbî bir tarzda o Mi’râcın gölgesi içinde gidiyorlar.” 6 Bu cadde-i kübrâ yolu açık bırakılarak Efendimiz’in (asm) mi’râc ile açtığı bu yoldan “sahâbe, tâbiîn ve asfiyâ” gitmiştir. Bu asırda ise sahâbe mesleğinin bir cilvesi ve âhirzamanda mi’râc-ı Kur’ân yolu olarak Risâle-i Nûrlar o yolda hizmetine devam etmektedir. Bu mânâda Bedîüzzamân Hazretleri Mesnevî-i Nuriye’de şu önemli tesbitleri yaparak mesleğinin cadde-i kübrâda gittiğini ve Kur’ân’dan feyiz suretinde aldığını söylemektedir: “Tevfik-i İlâhî refîki olan adam, tarîkat berzahına girmeden zahîrden hakîkate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakîkat-i tarîkati, tarîkatsiz feyiz sûretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve kezâ, maksûd-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi (âlet ilimlerini) okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsân etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.” 7 Yine Barla Lâhikası’ndaki bir mektupta bir Nûr Talebesinin şu açıklamaları da konumuza bakmaktadır: ”Nûranî ve ziyâdar cadde-i kübrâ-yı mânevîyede seyr ü seyâhat eden umûm âhiret kardeşlerimle her hafta görüşüyor ve âramsız (durmaksızın) tulû eden Risâle-i Nûr eczaları gibi, feyiz ve mârifet güneşlerinin haberlerini işittikçe, rûhum güller gibi açılıyor.”8 Bedîüzzamân Hazretleri Mesnevî-i Nuriye eserinde “Mârifet-i Sâni denilen kemâlât arşına uzanan mi’râcların usûlü dörttür” demektedir. Bu usûller şöyle îzâh edilmektedir. “Birincisi: Tasfiye ve işrâka müesses olan muhakkikîn-i sufiyenin minhâcıdır.”9 Bu birinci usûl insanın kendisini dünya ve maddeci yaklaşımlardan tasfiyesi, arındırması ve kalbe doğma ve sezgiyle tesis edilen ve kurulan tasavvufla uğraşarak hakîkate ulaşmaya çalışanların meslek ve yoludur. “İkincisi: İmkân ve hudûsa mebnî mütekellimîn tarîkidir.”10 Var olması ya da yok olması noktasında zorunlu olmama olan imkân; ve sonradan meydana gelme, yok iken var edilme olan hudûsa dayanan kelâm âlimlerinin, kelâmcıların yoludur. “Bu iki asıl, çendan Kur’ân’dan teşâub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka sûrete ifrâğ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş. Evhamdan masûn kalmamışlar.”11 Böylece, bu iki yol olan ”Tasfiye ve işrâka müesses olan muhakkikîn-i sufiyenin minhâcı” ile “İmkân ve hudûsa mebnî mütekellimîn tarîki” Kur’ân’dan alınmış ve şubelenmiştir. Lâkin insanların fikri ve düşünceleri başka başka sûrete geçtiğinden ve başka şekle çevrildiğinden çok uzunlaşmış ve zorlaşmıştır. Ayrıca vehimlerden, evhâm ve vesveselerden masûn kalamamış ve kurtulamamıştır. Umûma eşmel ve şâmil bir yol olamamışlardır. “Üçüncüsü: Şübehât-âlûd hükemâ mesleğidir.“12 Şüpheler bulaşmış ve şüphelere bulanmış olan şübehât-âlûd olan filozofların mesleğidir. Bu meslek de insanları şüphe ve vehimlerden kurtaramamış ve sâhil-i selâmete çıkaramamıştır. “Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur’âniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle berâber, cezâlet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umûmuna en eşmeli olan mi’râc-ı Kur’ânîdir.”13 Kur’ân’a ait belâgat, Kur’ân’ın kendisine has olan sözleri ve belâgatının yüksek ve yüce mertebesini ilân etmekle birlikte, ahenkli, akıcı ve güzel ifâde olan cezâlet yönüyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve kolay anlaşılırlık, ifâde açıklığı cihetiyle insanların umûmuna en şümûllü ve kapsayıcı olan Kur’ân’ın tâ’rîf ettiği yol, Kur’ân’ın izlediği tarîk olan mi’râc-ı Kur’ânîdir. “Hem o arşa çıkmak için dört vesîle vardır: İlhâm, tâlim, tasfiye, nazar-ı fikrî.”14 İşte bu dördüncüsü ve en birincisi olan mi’râc-ı Kur’ânî yolu Risâle-i Nûr’un yolu olan en selâmetli, kısa bir tarîk-i Kur’ân’îdir. Yazımızı Mustafa Sungur Ağabeyin Aydınlar Konuşuyor adlı eserde bahsettiği Üstad Bedîüzzamân Hazretlerinin Risâle-i Nûrlar ve tarîk-i Kur’ânî için yapmış olduğu îzâhları tâ’kip ederek tamamlayalım: Bedîüzzamân son Ankara seyâhatlerinden birinde beş altı meb’us ziyâretine geldiği zaman sohbet esnâsında onlara şu husûsu anlatmıştı: “Ben altmış sene evvel, bu zamanda hakîkate ulaştıracak bir yol arıyordum. Yâ’nî bu zamanda sağlam bir îmân ve i’tikâd elde etmek, İslâmı tam anlamak, menfî ve muzır çok cereyanların hücûmunda sarsılmamak için kısa bir yol aradım. Evvelâ ‘hükemâ mesleğine’ mürâcaat ettim. Yalnız akıl ile hakîkate ulaşmak istedim. Pek çok zor ile iki defa hakîkate ulaştım. Baktım beşeriyetin en dâhileri dahi yarı yolda kalmışlar, ancak bir iki kişi sırf akıl ile hakîkate ulaşabilmişler. “O zaman dedim: ‘Beşerin en dâhilerinin gidemediği bir yol umûma tâ’mîm olamaz’ diye o yolu terk ettim. Çünkü çok feylesoflar, hatta İbn-i Sina, Fârâbî, Aristo ve sâireleri yarı yolda kalmışlar. Ancak bir iki kişi hakîkate çıkabilmiş gördüm. O zaman anladım ki, beşerin en dâhilerinin çıkamadığı bir yol, bir meslek, umûma cadde olamaz. “Sonra tasavvuf mesleğine mürâcaat ettim, tetkik ettim; gördüm ki çok nûrlu, çok feyizlidir. Fakat âzamî i’tinâ istiyor. Bu yolda ancak ehassü’l-havas gidebilir. Bu da bu zamanda umûma yol olamaz diye Kur’ân’dan istimdâd eyledim. Cenâb-ı Hakk’a şükür, Risâle-i Nûr ihsân edildi. Bu zamanda ehl-i îmâna selâmetli, kısa bir tarîk-i Kur’ânî’dir.”15
Dipnotlar: 1- Lem’alar, 2005, s: 396. 2- Nûr Çeşmesi, s. 137. 3- Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 51. 4- Mektubat, 2004, s. 762. 5- Mektubat, 2004, s. 138, 39. 6- Mektubat, 2004, s. 516. 7- Mesnevî-i Nuriye, 2006, s. 336. 8- Barla Lâhikası, 2006, s. 311. 9- Mesnevî-i Nuriye, 2006, s. 394. 10- Age, s. 394. 11- Age, s. 394. 12- Age, s. 395. 13- Age, s. 395. 14- Age, s. 395. 15- Aydınlar Konuşuyor, 1979, 2. Baskı, s. 399. 10.08.2010 E-Posta: [email protected] |