10 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Sahura kalkmak berekettir. Bir yudum su içseniz bile onu terk etmeyiniz. Çünkü Allah sahura kalkanlara rahmet, melekler de istiğfar ederler.

Câmiü's-Sağîr, No: 2409

10.08.2010


Mu'cizat-ı Kur’âniye Risâlesi’ne dair

Kur’ân’ın i’câzının en yüksek veçhi, nazmındaki belâgatten doğmuştur. Evet, Kur’ân’ın bu nevi i’câzı, beşerin tâkatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsâli eserleri ve Yirmi Beşinci Söz’ü zeyilleriyle beraber mütalâa etsin.

Nübüvvetin ispatı, ancak mu'cizelerle olur. En büyük mu'cizesi ise, Kur’ân-ı Kerim’dir. Evet, Kur’ân’ın mu'cize olduğu, âlem-i İslâmca kabul ve tasdik edilmiş bir hakikattır.

Amma muhakkikin-i ulema tarafından, Kur’ân’ın vücuh-u i’câzı hakkında ihtilâf vaki olmuştur. Yani, i’cazını intaç eden cihetler çoktur. Herbir muhakkik, bir ciheti tercih ve ihtiyar etmiştir; aralarında muhalefet, müsademe yoktur.

İ’cazın vecihleri:

1. Gaipten, istikbalden haber vermesi.

2. Âyetlerinde tenakuz, tehalüf, hata bulunmaması.

3. Nazım ile nesir arasında, ediplerce gayr-ı malûm bir üslûbu ihtiyar etmesi.

4. Okur-yazar olmayan bir zattan sudur etmesi.

5. Takat-i beşeriye fevkinde ulum ve hakaiki ihata etmesi gibi pek çok şeylerdir.

Lâkin i’cazının en yüksek veçhi, nazmındaki belâgatten doğmuştur. Evet, Kur’an’ın bu nevî i’cazı, beşerin tâkatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsâli eserleri ve Yirmi Beşinci Söz’ü zeyilleriyle beraber mütalâa etsin.

İşaratü’l-İ’câz, s. 290

***

(Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hâfız Ali’nindir.)

Efendim,

Yirmi Beşinci Söz, Cenâb-ı Hakk’ın ferman-ı mübîni olan Kur’ân-ı Mu'cizü’l-Beyân için öyle bir vuzuh-u etemmi hâvî bir muarrif-i hakikîdir ki, bahr-i hakaikte seyir ve seyahat eden ve hâricen çelikle mücellâ ve müstahkem ve dahilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba-ı hakikîsi olan Furkan-ı Hakîm gibi, daima gençliğini ve resânetini, ziynet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiçbir vecihle ahkâm-ı memdûhasına nakîsa getirmeyen, bir sefine-i semâviyenin mahsûlü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve âsilere şiddetle darbe-i müthişe ve mühlikesini çarpan o Söz, mutilere lûtf-u dest-i mânevisiyle dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenâb-ı Hakkın, zat-ı Üstadânelerine lütuf buyurduğu ve Vehhâb ism-i celîlinden tulû eden nurun lem’asıyla ziyalandırıp hakaik-i İlâhiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren Üstadımın hakâik denizinde seyir ve seyahatleri esnasında isabet eden mevceler ki, yekdiğerini müteakip herbirisi başlı başına bir mu'cize, hattâ bir katresi bile îcazıyla i’câzını gösterdiğini gördüğümde, “Mâşâallah, elhamdülillâhi alâ nûri’l-iman ve hidâyeti’r-Rahmân” cümle-i celîlesini lisanımda vird ediyorum. Ali

Barla Lâhikası, s. 40

***

(Şu fıkra aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Refet Beyin mektubudur.)

Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmi Beşinci Sözü, tashih olunmak üzere huzur-u âlinize takdim ediyorum. İ’câz-ı Kur’ân elhak bir şâheserdir. İhtiva ettiği hayret-bahş hakaik itibarıyla âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu'cizât-ı Ahmediyeyi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizât-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’ân-ı Mu'cizü’l-Beyan olduğuna göre, i’câz-ı Kur’ân’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır” (En’âm Sûresi: 6: 59) âyet-i celilesinin muhtevî olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye ispat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtirâât-ı beşeriyyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’ân-ı Mu'cizü’l-Beyânı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saâdetini temin edecek maâliyat ve desâtir-i muazzamayla memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-ı ârifâne ile mütalâa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat, heyhât, bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-i hakâik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiâne ederiz.

İ’câz-ı Kur’ân’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı, hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizâne olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’ân’da sâbit olmam hakkındaki duanızı talep ve istirham ederim, efendim.

Re’fet Barla Lâhikası, s. 54

10.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.