Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
‘Evet-hayır’dan öte |
Referandumda oylanacak anayasa paketi için, ne getirip ne götürdüğüne bakarak “evet” veya “hayır” kararı verecek insanların sayısını ve oranını kestirebilmek hayli zor. Ve esasen, paketteki değişikliklerin pratikte ne sonuçlar vereceğini öngörebilmek de kolay değil. Hukukun çapraşık diline âşina olan uzmanlar bile aynı metin için farklı yorumlar yapabiliyorlar. Gerçi bu farklılık, temelde yorumcuların değişik dünya görüşlerine sahip olmasından ileri geliyor. Ama bu bile, Türkçe olarak yazılmış bir metinden, birbirine taban tabana zıt sonuçlar çıkarılabiliyor olmasını açıklamak için yeterli olamıyor. Burada daha başka “basit” problemler de var. Meselâ halkın, anayasa ve değişiklikleri hakkında derin bir bilgiye sahip olması beklenemez. Bu sebeple, devletin işleyiş tekniğini ilgilendiren bir dizi çapraşık düzenlemenin halka götürülmesi, usûl ve yöntem olarak doğru bir hareket tarzı değil. Bunlar, daha önce yapılan anayasa değişikliklerinde olduğu gibi Mecliste sonuçlandırılmalıydı. Ama son pakette Meclis bunu başaramadı. Şimdi konu halka gidiyor. Ve halk meselenin kendisine takdim ediliş biçimine göre, hangi izah tarzına kafası ve gönlü yatarsa ona göre kararını verecek. Tercihler de büyük ölçüde paketin muhtevasından ziyade, lehinde veya aleyhinde tavır alan partilerin duruşuna bağlı olarak şekillenecek. Paketin sahibi iktidar partisi, madde madde tanıtımını yapıp, getireceği “kazanım”ları tek tek izah ederek, halkı “evet” oyu vermeye çağırıyor. Meydanlarda bu kampanyayı başlattı bile. Ama geçici 15. maddenin kaldırılması örneğinde olduğu gibi, abartılı söylemlerin fiilî durumla örtüşmemesi, inandırıcılık sorununa yol açıyor. Ve madde kalktığında 12 Eylülcülerden hesap sorulacağı şeklinde bir izaha, partinin 40 maddelik “Neden evet?” kitapçığında bile yer verilmiyor. Adalet Bakanı ise, “Biz bu maddeyi kaldırarak, 12 Eylülcülere dâvâ açma engelini kaldırıyoruz, ama yargılanmalarını garanti edemeyiz, bunun kararını yargı verir” şeklinde açıklamalar yapıyor. Öte yandan, seçmen kitlesi içinde ciddî bir çoğunluğu oluşturan “12 Eylül’ü hiç yaşamamış gençler” açısından “12 Eylül’le hesaplaşma” söyleminin ne ölçüde anlam ifade edeceği belli değil. Aynı şey, karmaşık detaylarına “sıradan insanlar”ın hiçbir şekilde vâkıf olamayacağı AYM ve HSYK düzenlemeleriyle “yargı vesayetinin azaltılacağı, yargıdaki kast sisteminin değişeceği” yönündeki açıklamalar için de büyük ölçüde geçerli. Alacak-verecek, miras gibi günlük konular dışında mahkemeye yolu düşmemiş, yargı vesayeti kavramına yabancı, derd-i maişetten demokrasi ve hürriyetleri düşünmeye fırsat bulamamış, bunun için bilgi ve kültür altyapısı da yetersiz, günlük yaşayan kesimler için bunlar ne ifade eder? Temennî edelim ki, anayasa paketi etrafındaki tartışmalar, bu kesimlere, günlük hayattaki sıkıntıların da “hukuk, demokrasi, demokratik anayasa eksikliği” ile olan doğrudan ilişkisini fark ettirsin. Gerçek şu ki, başörtüsü yasağından katsayı sorununa, devlet hizmetlerindeki bürokrasi ve hantallıktan adalet duygusunu sarsan karar ve uygulamalara, eğitim sorunundan fakirliğe, gelir uçurumundan işsizliğe... günlük hayatı etkileyen ne kadar olumsuzluk varsa, tamamı yürürlükteki darbe anayasasının koruduğu hukuk dışı, antidemokratik ve müstebit sistemden kaynaklanıyor. Referandum gündemini, toplumda bunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacak şekilde değerlendirirsek, doğru olanı yapmış oluruz. Onun için, meseleyi gittikçe kısırlaşan ve o ölçüde de provokatif bir zemine çekilmeye çalışılan “Evet mi, hayır mı?” ikileminden çıkarıp, böyle bir perspektife yerleştirerek tartışmak gerekiyor. Çünkü sadece pakete odaklanan bir tartışma, tıpkı paket gibi daracık bir kapsama hapsedilir ve dediğimiz gibi neticesiz polemiklere takılıp kalır. Bunun yerine, paket ve referandum gündemini, hukuk temelinde sivil ve demokratik bir anayasa bilincini kitlelere mal etme vesilesi kılmalıyız. 11.08.2010 E-Posta: [email protected] |