Basından Seçmeler |
‘Anadilde eğitim’de de anlaşamıyorsak
EYÜP Can’ın 26 Eylül 2010 tarihli (Hürriyet) yazısından: “Anadilde eğitim ve öğretim ayrımını Erdoğan da hatırlattı. Fakat tahmin ettiğim gibi anadilin öğretimi bağlamında bile Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulmasına kapı aralamadı.” Gerçekten Başbakan gazete ve televizyon yöneticileri ile yaptığı konuşmada da –şu sözleriyle- “kapıyı aralamayacak” gibi görülüyor: “... Fakat eğitimi çift dilli veya çok dilli yapmak Türkiye’nin iç barışı açısından sıkıntılı. İç barışı tehdit edecek yollara giremeyiz. Ortak dilimizi tahrip eder, bozar....” Görülen o ki, “anadilde eğitim” meselesi de “iç barışı tehdit eden” gelişmelerin arasında yerini almış bulunuyor. “Ortak dilimiz”in (Türkçenin) “tahribi” ve “bozulması” tehlikesi de işin cabası... Bir zamanlar eğitim-öğretim meselesi ile yakından ilgilenmiş birisi olarak Başbakan’ın söz konusu tehlikeleri neden, hangi deneylere ve verilere göre sıraladığını anlayabilmiş değilim. Konuya ilişkin tartışmalar, tam tersine, çift-çok dilli eğitim-öğretimin her şeyden önce pedagojik açıdan yararlarından söz etmiyor mu? Avrupa Parlamenterler Meclisi’nin bu yönde hazırlayıp yayınladığı çok sayıda proje yok mu? Aynı Meclis’in 7 Şubat 2006’da eğitim sisteminde anadilin yerine ilişkin hazırladığı –ve komisyon tarafından oybirliği ile kabul edilen- “tavsiye projesi”nin altında o dönem Meclis üyesi olan Ak Parti milletvekili olan Mehmet Tekelioğlu’nun da imzası yok mu? Bu “Tavsiye projesi”, içinde ek olarak Prof. Georges Ludi’nin kaleminden çıkma bir raporu da barındırmıyor mu? Bütün bu çalışmalar devletlerin anadilde eğitim konusuna özellikle eğilmenin ülkelerin “iç barışını tehdit edici” gelişmeler olarak mı sunuyor, yoksa “ileri demokrasi”nin bir icabı olarak mı? Prof. Georges Ludi, konuyu etraflıca gözden geçirdiği yazısında-raporunda 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında “çift dilli” olmanın bir “şans”tan çok bir engel olarak kabul edildiğini söylüyor. Nitekim 19. yüzyılın sonlarında ünlü bir İngiliz profesör, çocuğun başlangıçtan itibaren çift dilli olarak yaşamasının son derece kötü sonuçlar doğuracağını ileri sürüyor. Çocuk bu şartlar altında ikiye katlanacağı yerde (hani bizim “Bir dil bir insan iki dil iki insan” dediğimiz gibi) tam tersine ikiye bölünecek, karakter ve ruhsal birliğe kavuşamayacaktır. Demek ki “medeniyet”, “çift ya da çok dilli” olmanın pedagojik açıdan son derece sakıncalı olduğunu da düşünmüş bir zamanlar... Bugünün pedagojisi açısından bu ve benzer görüşlerin birer hurafeden ibaret olduğunu hatırlatmaya gerek yok herhalde. Yapılan araştırmalar (örnek: Bradford Üniversitesi’nin yaptığı araştırma sonuçlarına göre, İngilizce ve Pencapça programları birlikte alan Pencaplı çocukların okuldaki başarıları, sadece İngilizce öğretim görenlerden açıkça yüksektir.) Profesör Ludi, “Eski Rejim”in “çift ya da çok dilli” olmaya ilişkin bu pedagojik yanılgısının yanına, “politik” olarak adlandırabileceğimiz ikinci bir “yanılgı” daha ekliyor. Bu yanlış-yanılgı da, hepimizin bildiği gibi, “milliyetçi ideoloji”nin konuya ilişkin geliştirdiği anlayıştır. Bu anlayışa göre, “ulusal sınırlar” aynı tabii olarak “tek dilli toprak parçası”nın da sınırlarını çizmektedir. Bu durumda tekrar Türkiye’ye dönerek sorabiliriz: “Anadilde eğitim” meselesine bu derece soğuk yaklaşmanın güzel ve yerinde bir seçimle ortaya atılan “ileri demokrasi” kavramı ile bağdaştırılması mümkün müdür? Bu durumda bana göre ilk elde yapılması gerekenler şunlardır: “Anadilde eğitim” konusu “politik” münazaralara konu yapılmadan çok meselenin pedagojik yönü üzerinde kafa yorulmalıdır. Cevabı bulunması gereken soru, her şeyden önce, nasıl bir sistemle, hangi okulda ne ölçüde, hangi yöntemlerle bu işe başlanacağıdır. Kısa ve uzun vadede bu alanda neler yapılması gerektiğine ilişkin bir “yol haritası” gecikmeden çıkarılmalıdır. Bugün Kürtler, yarın belki Çerkezler ve diğerleri... Bu talepler gündemimize bugün olmaz ise yarın mutlaka girecektir. Birleşmiş Milletler’in “Uluslararası Anadil Günü” düzenlediği bir dünyada bu konuda yapılması gerekenler olsa olsa biraz daha ertelenebilir o kadar. Yazıyı bitirmeden şu hususu da hatırlayalım: Ülke gündemine hızla düşüp hızla gelişen bu “anadilde eğitim” meselesinin altından son derece hantal ve eskimiş olan eğitim sistemimizle kalkabilmek imkansız görünüyor bana. Benzer bir donanımsızlığı bu talebi dile getiren Kürt siyasi çevrelerinde de gözlüyorum. Dikkat ederseniz, bu çevrelerin de çıplak olarak dile getirdikleri “anadilde eğitim” talebi dışında konuya ilişkin hazırlıklı olmadıkları gözleniyor. Bazı okurlarım açısından belki “yersiz” kaçacak ama ben işe “Milli Eğitim Bakanlığı” adının eskiden olduğu gibi “Maarif Bakanlığı”na dönüştürülerek başlanmasından yanayım! “Milli Eğitim” yerine bilgi-kültürden, “irfan”dan türemiş “Maarif” sözcüğü çok daha uygun kaçmaz miı sizce de?
Kürşat Bumin Yeni Şafak, 28.9.2010 |
29.09.2010 |