M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yerinde sağlam duran kazanır |
Bazı zamanlarda sosyal çalkantılar dahi bir şiddetlenir. Siyasî sarsıntılar daha bir ivme kazanır. Tıpkı, bugünlerde olduğu gibi... Şok istifalar, çekişmeli kongreler, sürpriz görüşmeler, yeni parti arayışları, gizli–açık seçim ittifakı manevraları, adlî sahadaki flaş gelişmeler, adeta baş döndürücü bir hızla devam edip gidiyor. Bütün bu sarsıntılar ve şiddetli çalkantılar karşısında, sarsılmamak, kendine güvenmek, kendinden emin olmak iktiza eder. Bunun için de, bilhassa sahip olduğu fikre, dâvâya ve mensubu olduğu camianın sağlamlığına güvenmek icap eder. Dalgalanmanın şiddetlendiği zamanlarda, münferit kalınmaz, yalnız başına hareket edilmez. Fikre ve camiaya mensubiyet, böylesi zamanlarda insana büyük bir güven ve mukavemet hissi verdiği gibi, kişiyi muhtemel tehlikelerden de mahfuz tutar. Camia ile birlikte hareket edilince, korkular, kuşkular, endişeler azalır, zail olur. Tek başına kalındığında ise, tedirginlikler gitgide çoğalır, kişiyi mutsuz, huzursuz eder. Zira, bir adım sonrası için ne olacağını, dahası başına neler geleceğini bilememenin, hadiseler selinin kendisine de zarar verebileceği ihtimalinin tedirginliğini yaşamaktan kurtulamaz. Bu da onun uykusunu kaçırtır. Bu korkunun çaresi, evvelâ dirayetli olmaktır. Dirayetli olabilmek için de, sağlam bir noktaya istinat etmektir. Sağlam noktalar ise, başta ifade ettiğimiz gibi, güvenilir bir fikir ve dâvâya sahibiyet ile gayet metin bir camiaya mensup olmaktır. İşte, bu noktalara istinat ile yerinde sağlam duran kimseler, zelzele gibi en şiddetli sarsıntılarda dahi, zarar görmez, ya da en az hasarla kurtulma şansına sahip olurlar. Biliyorsunuz, zelzele, sağlam zeminde inşa edilmiş sağlam yapılara fazla zarar vermez. Eski zamanlarda, şöhretli şahıslara güvenmenin bir anlamı vardı. Ancak, sosyal ve siyasî dalgalanmaların alabildiğine sür'at peydâ ettiği günümüzde, şahıslara değil, belki ondan çok daha metin olan "şahs–ı mânevi"ye dayanmak ve güvenmek lâzım. Aksi halde, kuşkuların, korkuların, sinir bozucu acabaların, "Yaa, bir de şöyle olursa?" türünden çengelli oltaların sonu gelmez olur. O halde, yaşanan siyasî çalkantılar sebebiyle evhama kapılmamalı, tedirgin olunmamalı. Yerinde sağlam durmalı. Bunun için de, hülâsaten: Sahip olduğu dâvânın sağlamlığından emin olmalı. Mensubu olduğu camianın metanetine güvenmeli. Harici cereyanlara kapılmamalı. Siyasî ve dünyevi cereyanlar ne kadar şiddetlenirse şiddetlensin, dahilde şüpheye, tereddüte ve bilhassa ihtilâfa düşmemeli. Zira, hariçteki hiçbir hadise, dahildeki kuvvet ve kudsiyetin, ittifak ve ittihadın yerini tutamaz, onun değerinde ve ayarında olamaz. O halde, yerinde sağlam durmalı ve gittiği istikamette esaslı bir duruş sergilemeli ki, hem muhtemel tehlikeler en az hasarla atlatılsın, hem de aynı istikamette ilerleme şansı devam etsin.
Tarihin yorumu 29 Eylül 1928
Yeni Türk (Latin) Harfleri Marşı
Latin harflerinin resmî olarak kabul ediliş tarihi, 1928 yılı Kasım ayının ilk günlerine rastlar. Ancak, halktan habersiz alt yapı çalışmalarına daha evvelki aylarda başlanır. Öyle ki, yeni harfler için yapılan beste çalışmaları bile, 29 Eylül'de tamamlanarak neşredilir. Adına Yeni Türk Harfleri Marşı denilen bu bestenin beş mısra halindeki yazılım tarzı şöyledir: a, o, u, ö, e, ü, i b, c, ç, d, f g, f, j, k, l m, n, p, r, s ş, t, v, y, z Bu ucube "Harfler Marşı"nın bestecisi, aynı zamanda İstiklâl Marşının da bestecisi olan Osman Zeki Üngör'dür. Üngör'ün resmî görevi ise, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefliğidir. Burada dikkat çekici bir başka nokta şudur: Yapılan inkılâbın adı gibi, bestelenen marşın adı da "Yeni Türk Harfleri"dir. Oysa, bu meselenin içinde "Türklük"ten hiç eser yok. Kabul edilen yeni harfler, düpedüz Latin harfleridir. Esasında, o dönemde yapıldığı iddia edilen "Türk inkılâbı"nın da Türklükle ve Türk unsuruyla, yani Türk'ün örf, an'ane, gelenek, görenek ve medeniyetiyle uzaktan yakından bir alâkası bulunmamaktadır. Dolayısıyla, 1923'ten sonrası için isimlendirilen "Büyük Türk İnkılâbı"nın, bir "büyük yalan"dan ibaret olduğunu söylemek mümkün. Bunun aksini iddia eden varsa, yapılan o Avrupaî devrimlerin Müslüman Türk milleti ve medeniyetiyle doğrudan bir bağlantısını göstermesi icap eder. Aksi halde, yalancı duruma düşmekten kurtulamazlar. 29.09.2010 E-Posta: [email protected] |